Bugün, 2 Nisan 2025 Çarşamba

Zeki ORDU


BAŞŞEHİR Mİ BÜYÜK ANADOLU İLÇELERİ Mİ?

BAŞŞEHİR Mİ BÜYÜK ANADOLU İLÇELERİ Mİ?


 Söz dağarcığımızda “Kemiyet ve keyfiyet” diye kelimelerimiz vardır bizim. Her ne kadar şimdi kullanılmasa da “Edebiyat ve kültür tarihimizde” yerini almıştır. Her şeye bir “kılıf” bulma merakından onlar da tarihin tozlu sayfaları arasında kaldı.
Durup dururken söze böyle başlamamın sebebi son Anakara yolculuğum ve Ünye'ye dönerken uğradığım Anadolu şehirleri oldu.
Ankara, nüfus olarak ülkenin ikinci büyük şehri. Anadolu'da kurulmuş Türk Devletlerinin son başşehri. Konya, Bursa, Edirne, İstanbul ve Ankara şimdilik bu unvanın sahipleri. Tarihin istikbale dair nasıl bir sözü olur orayı bilemeyiz.
Ankara'da kaldığım birkaç gün içinde şehri gözlemledim. Zaten sık sık uğradığım yerlerden biri olduğundan yabancısı olmadığım bir şehir. Her ilde olduğu gibi orada da işçi ve memur gibi çalışanlar var. Kamuya ve hususi işyerleri mevcut. Okullarda öğrenciler tahsil görüyor ve bunların haricindeki vatandaşlar.
Günümüz dünyasında mahalle ve apartman kültürü ortadan kalktığı için sokakta gördüğümüz her kişinin diğeri ile benzer taraflarından biri “Resmi vatandaş” olması. Herkesin bir “Kimlik numarası” var. Yani resmen kayıtlı.
Necip Fazıl Kısakürek'in “İnsanlar zindanda birer kemiyet” dediği gibi. Herkes kendi başına münferit bir hayat sürüyor gibi.
Sokaklarda yüzlerce işsiz kişi ve yollarda yüzlerce taşıt. Öyle ya çalışanlar belli saat içinde sokakta olamayacağına göre, sokaktaki kişilerin nasıl bir hayatı var onu da bilmek mümkün değil.
Yaklaşık bir hafta böyle gözlemlerim oldu. Hatta bir işyerine gittiğinizde biriyle sohbete “Nerelisiniz?” sorusunu sorarak başlıyoruz. Yani şehirlerde yaşayanlar “Aslen” bir yerden. Siz buna ister sosyal göç, ister ekonomik göç, ister kültürel göç isterse keyfi göç deyin fark etmez. Neticede doğduğu yerde değil, yaşadığı yerdeler…
Şimdi bana o söz öyle değil demeyiniz. O sözün aslının “Doğduğun yerde değil, doyduğun yerde” olarak söylendiğini biliyorum. Ancak son zamanlarda “Başka yerde” olmanın sebepleri arasına bazı faktörler daha girdi. Artık söz “Doğduğun yerde değil, yaşadığın yerde” oldu. İşin bu tarafı uzun… Yani “Bu hamur çok su görür” kabilinden. Kısaca bahsi diğer diyelim ve geçelim.
Ankara'dan yola çıkıp Ünye'ye gelene kadar bazı ilçelere de uğradım. Yahşihan, Balışeyh, Delice, Laçin, Osmancık… Bu ilçelerde duraklayıp bazı temaslarda bulundum. Tabii bunları zamanla yazacağım. Şimdilik “dibace” kabilinden bu kadar yazalım.
Bu, Anadolu ilçeleri “kemiyet” olarak Başşehir denilen yerlerden oldukça küçük. İşin bir de “keyfiyet” yanı var. Ne ölçüye geliyor ne tartıya…
Ölçülebilen her şeyin bir değeri vardır. Metresi şu kadar, litresi bu kadar, okkası filan kadar vs…
Ayrıca ölçü ve tartı her yerde aynıdır. Bir kilometre dünyanın her yerinde aynı mesafedir.  25 santigrat dereceyi termometreler her yerde aynı gösterir. Çünkü bir hesaba göre değer bulur. Keyfiyet öyle mi ya?
Bir odanın sıcaklığını ölçebilirsiniz. İster “Celcius (selsiyus)” derce ile ister Fahrenheit (fahranayt) ister Reomür ölçeğine göre ölçebilirsiniz. Falan yerin sıcaklığı “şu derece” demek ölçü aletinde bulunan rakamları okumaktan geçer. Siz hiç gönül sıcaklığı ölçen alet duydunuz mu?
Kemiyet ve keyfiyet kavramlarını bu örneklerle verebiliyorum. Daha güzel bir tarif duyarsam ben de ona göre yazar söylerim.
Başşehirde filan kadar insan var. Anadolu ilçelerin de falan kadar…
Sahi termometreler gönül sıcaklığı ölçebiliyor mu?
Gönül mü? O da ne?
Anadolu'ya gidiniz efendim. Orada göremezseniz bile hissedeceksiniz.
Peh! “selsiyus”muş…