Kara gecede çiçekli bir akasyanın altında derin tefekküre dal!
Kara düşünceyle kendi öz ruhunu kirletmiş; savaşlardan yorgun Anadolu topraklarına yeryüzünün bütün nefretini yüklenip gelmişsin. Nice insanların gönül Kâbe'sini yaralamış, zor sularda yitik cennetini arıyorsun. Oysa kavuşmak için yitik cennete; onca güzide ayet, aşkı adres gösteriyor, akıllım! Kalplerin el ele birleşen dergâhında aşkın Kâbe'sini yaralamak, insan olma onurunu ayaklar altına serdiğini öğretmediler, sana! Kan yutan elinle hayata veda etmek çirkinler çirkini... Yeryüzünde bir can, bir cana kıysa; dünya titrer, güzelim! Bunu öğretmediler sana. Bu yüzden hoyrat elin; narin çiçeklere dokundu. Lakin yabanıl bir dokunuştu.
Bir baksana şu geceye! Allah aşkına tefekkürle bir baksana tependeki yıldızların sevincine.. Arş sevinçten titriyor, yer bir muştuyla sarsılıyor dembedem. Ve mehtap, Yâr'e secde sevdasındayken yıldızlar selama hazırlanıyor yeni güne.
Yaratıcıyı toprağın sırrında, çiçeğin renginde, yaprağın secdesinde gören gözlere bir baksana, akıllım! Her gün, yeniden filizlenen aşkının meyvelerine baksana! Kâinatı böyle anlarda seyre dal ve göğe yönelt bakışlarını! Lacivert maviyle siyahın karışımında yücelen aşkın gül kokulu büyüsünde mest olmayı denesene! Derin bir yolculuk başlatsana aşka…
Özünü köze vererek ateş içre aramak, bilir misin ne tatlıdır en Yüce'yi?
Özleminin doruklarında sevdana ve diline özge haykırışınla aşk içre yutmayı dene alev alev harlanan yürek nârını. Ve arınmak için dumanı görünmeyen yalımlara sal, içindeki hicranı…
O zaman ateşin yangısından geriye nehir nehir bir çift mahmur göz kaldığını göreceksin! Yanaklarının üstüne damıtılmış sel sebil bir özyaşı kalacak nehirden akıp giden.
Böyle bir dem içre bir zaman düşün ve kar yağdır düşlerine. Beyazlara tutsak etmeyi dene tüm evrenin renklerini. Kar beyazlığından öte nura gark olur düşünce katarlarında ol dem semâvât ü zemin. Bilir misin ol dem, ateş rengi bir gül ısıtacak içindeki süveydayı. Ve güle Renk Veren, pır diye aydınlatacak dünyanı.
Ve dem… Yani zaman… Yani gittiğinde geri dönmeyen… Kutsal kitapta üstüne yemin edilen yani…
'Andolsun zamana, andolsun asra ki…' diyor, zamanı Yaratan.
Ve sen, günahla kirlettiğin zamanı nasıl geri getireceğini düşündün mü akıllım?! Yangına ve yağmaya uğratılan yürekleri hangi gücünle, nasıl tamir edeceğini düşündün mü? Sana bunları öğretmediler akıllım!
'Andolsun, karanlığı delen yıldıza…' diyor, göğe yıldızları çakan… Görmez misin, yerle göğün koynunda bereketi doğuruyor; vecd ile... Sana bunları öğretmediler! Sen de akıllı belledin kendini!
Istırabın son ucundaki tadı ve mutluluğu sana unutturanlar, zindana hapsettiler seni. Lakin sen aydınlık zannettin karanlığı.
Sen, ey Âdem suretinde dünyaya düşen varlık!
Öyle değerliydin ki Vareden'in buyruğuyla hatırla ki, sana secde eyledi melekler. Öyleyse aşk var değil mi? Aşk varsa şeker şerbet bal tadında konuşması gerekmez miydi güher dilin! Aşkın sınavı; gözyaşıdır, özyaşıdır, hiç durmadan O'nun yolunda yola revandır, akıllım!
Ve aşkı dillendiren söz vardır. Söz ki; insanın özgüdür.
Tatlı söz, dile gür bir ırmak misali aşktan doğar, aşktan gelir bilir misin, akıllım? Ve yeryüzünde aşkı, diliyle terennüm eden tek varlık, yeryüzü mimarı insandır.