Merhum Akif, Çanakkale Şehitlerine adlı destan şiirinin mısraları arasında İslam ideali uğruna savaşıp şehit düşen Türk askeri için şöyle der:
"Vurulup temiz alnından uzanmış yatıyor.
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!"der.
Aslında geçenki yazımızda da izah ettiğimiz mukayese, mübalağa ve teşbihlerde, şairin felsefesini bu son iki mısrada topladığına tanık oluyoruz. Mısralarda; bir tarafta hilâl var; öbür tarafta güneş. Akif, bu mısrada önce, eski edebiyatımızda adına hüsn-i talil denilen bir edebi sanata başvuruyor. Yeni ay, yani hilal, ancak güneşin batışına doğru görülür. Hilalin görülebilmesi için, güneşin batması gerekir. Mısrada bu hüsn-i talil, bir istiareyle birlikte kullanılmıştır. Hilalle kastedilen bayrağımızdır ve o bayrak İslam'ın sembolüdür. Güneş, burada Türk askerini temsil etmektedir. Hilalin yani bayrağımızın ve İslam'ın yücelmesi için, güneşin batması, askerin şehitlik mertebesine erişmesi gerektir.
Burada şiir dilinin ve şiir sanatının harikulade ustalığı yanında, asıl beşeri bir düşünce üstüne dikkati çekmek istiyorum. Bir kıymet hükmü olarak güneş, daima ay'dan üstündür. Güneş her zaman daha kudretlidir, ışığı kendindendir, sıcaktır, hayat vericidir. Ay ise varlığını ve ışığını güneşe borçludur. Bu kıymet hükmü üzerinedir ki, şair çizdiği tablo karşısında 'Ya Rab!' ünlemiyle hayretini, şaşkınlığını ifade etmiştir:
"Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!"
Bu mısra ile Akif'in insana ve şehitlere verdiği değer ortaya çıkıyor. Hilalin temsil ettiği din, yüce ve ulvi bir inanç sistemidir ve hiç şüphesiz ancak bu inancın uğruna şehit olunur. Fakat din de insanlar içindir.
Çanakkale Şehitlerine adlı şiire yapısı itibarıyla baktığımızda; sırasıyla, Çanakkale Savaşı'nda, Batı dünyasının Türk milletine olan saldırısı, Batı'nın medeniyet adına işlediği günah ve cinayetler, Türk askerinin cesareti, imanı, inancı, kahramanlığı ve nihayet şehit oluşuyla şairin şehitler için düşündüğü tabiat unsurlarından oluşan muhteşem türbenin lirik bir üslupla tasvir edilişi görülüyor. Özellikle şairin, "Yine de bir şey yapabildim diyemem hatırana" sözleriyle, yetersiz gördüğü bu muhteşem türbe tablosunda, itibari âlemin, müşahhaslaştırılmaya çalışıldığına şahit oluruz.
Gerçek o ki; M. Akif, asla hayalle uğraşmaz. Onun işi gerçekledir, müşahhasla, eşyanın ve tabiatın bizzat kendisiyledir
Şiir, M. Akif'in pek çok şiirinde olduğu gibi olay anlatımına dayanmaktadır. Çanakkale savaşı şiire bir atmosfer getirmiştir. Tasvirler, savaş anlarının tabloları, oldukça canlıdır. Yer yer bu tasvirler, söyleyiş gücü ve teknik bakımdan harikulade bir mükemmelliğe ulaşır:
"Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer..."
Şiirde söyleyişler; o kadar canlıdır ki, insanı saran, savaş ortamının bütün dehşetini hissettiren bir tarza ulaşmaktadır. Seçilen kelimeler, kafiyeler, ses özellikleri savaş mısralarıyla tamamen bütünleşmiştir.
Şiirin ilk bölümünde Çanakkale Boğazı'nı saran düşman güçleri, ikinci bölümde düşman güçlerini oluşturan milletlerin çeşitliliği ve bunların acımasızlığı, üçüncü bölümde düşmanın çok güçlü silahlarına karşı kahramanca mücadele eden Türk askerinin kararlılığı, dördüncü bölümde yurdunu korumak için can veren insanların şehitlikle müjdelenişi ve son bölümde:
"Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber..."
Mısralarıyla şehitlerin ödül olarak Hz. Muhammed (s.a.s)'le birlikte olacakları dile getiriliyor.