Kent Konseyi toplantısında tüm kıymetli üyelere olduğu gibi Ahmet Katar Abi'ye kitabımı imzalayıp takdim ettim. Okuyup geri dönüş sağlarsanız, memnun olurum diye ilave ettim. Değerli üyeler memnuniyetlerini ifade ettiler.
Kısa bir zaman sonra Ahmet Abi kitabımı okumuş ve Yusuf Abi'yle şahsıma göndermiş.
Kitabımı o halde görünce açıkçası çok tedirgin oldum. Eyvah dedim, canım kitap ne hale gelmiş. Çünkü kitabın neredeyse yarısının altı çizilmiş, bütün boşluklar yazıyla doldurulmuş. Ahmet Abi, her yazının altındaki boşluğa “Sevgili hocam” veya “zat-i aliniz” diyerek uzun uzun görüşlerini belirtmiş. Açıkçası korktum, bir beşer olarak bu kadar eleştiriyi kaldırabilir miyim diye. Eleştiri demeyeyim ama değerlendirmeleri çekine çekine, sindire sindire okudum. Çok şükür korktuğum başıma gelmedi. Ahmet Abi, yer yer eleştirse de çok güzel şeyler yazmış. Ortada büyük bir emek var. 236 sayfalık kitabı satır satır okumak, önemli görülen yerlerin altını çizmek, dilbilgisi ve anlam hatalarını bir bir not etmek, hepsinden önemlisi geniş bir değerlendirme yazısı yazmak her babayiğidin harcı olmasa gerek.
Ben, bir yazar olduğum kadar iyi bir okurum da. Hatta yazarlığımdan önce okuyuculuğum gelir. Bu derece titizlikle bir kitap okuduğumu hatırlamıyorum.
Ahmet Abi, kitap değerlendirme dersleri almış mıdır bilmiyorum. Üniversitede Mehmet Kaplan'ın 'Şiir Tahlilleri ve Hikâye Tahlilleri'ni ders olarak okuduk. Ahmet Abi'nin üslubunda biraz Mehmet Kaplan havası sezdim. Böyle bir ders almamış olsa bile insan kendisini geliştirebilir. İşte hakikat ortada.
Ahmet Abi, kitaptaki bütün boşlukları doldurduktan sonra tam dokuz sayfa tutarında ayrı bir yazı döşemiş. Erinmemiş, üşenmemiş, yorulmamış, bana ne, dememiş. İnanın kitabımın dışında bir kitap daha okumuş gibi oldum. Böyle bir emek ve hassasiyet karşısında ancak şapka çıkarılır. Ben de öyle yaptım.
Ahmet Abi'ye telefonla veya yüz yüze görüşüp teşekkür edebilirdim. Böyle yapmayı uygun bulmadım. Bu kadar emek yazılara konu olacak kadar önem arz ediyor diye düşündüm.
Bir sayfalık yazı başlı başına Yusuf Öz'le alakalı. Yusuf Öz ile ilgili yazdığım yazılara istinaden çok güzel değerlendirmelerde bulunmuş:
“Saygıdeğer Yusuf Hocam, Dördüncü Cemre kitabı ile tarihe şahsın adına not düşülmüş olup artık sen de tarihte ''İZ BIRAKANLAR'' listesine kayıt olmuşlardansın. Senin adına genç yazarımız Selim Hoca'ya şükranlarımı sunarım”.
Ahmet Abi'yle birbirimizi tam tanıyor sayılmayız. Kitabım birbirimizi daha iyi tanımamıza vesile oldu. İfade ettiğine göre rahmetli her iki dedemi de tanıyormuş. Komşusu olan Halamın gelin almasına geldiğini hatırlıyor. Rahmetli dayım Bayram Uzun'la beraber siyaset yapmışlar.
Ahmet Abi'nin bir zamanlar imamlık yaptığını, üniversite mezunu olduğunu, Terme'nin şehremini olmak için büyük mücadeleler verdiğini, memuriyeti değil esnaflığı tercih ettiğini, sıradan bir kırtasiyeci olmayıp kitaplarla ve kitapseverle haşır neşir olduğunu, yaşadığı coğrafyanın tarihine, kültürüne, birikimine, siyasetine vakıf olduğunu bu vesileyle daha iyi öğrenmiş oldum.
Ahmet Abi, Huruşan adlı yazımdaki şu cümlelerimin altını çizmiş ve “…sonucunu 3 cümle ile çok muhteşem bağlamışsın. Yaşamın ve bâki âlemde yer edilmenin oluşturan bu üç cümlede özetlenmiş…”
“İnsan öldükten sonra konuşamaz ama konuşulur.
İyi konuşulmak için hayattayken iyi konuşmak gerekir.
Ne mutlu konuşamaz durumdayken hayırla yâd edilenlere…”
Ahmet Abi, benim keşiflerime göre bu zamana kadar gördüğüm en iyi okuyucu. Okumanın hakkını layıkıyla veriyor. “Oku” muhatabına hakkıyla mukabelede bulmuyor. Şahadetim bu yöndedir.
Bunca emekten sonra okumaya bakış açım değişti. Sorumluluğum arttı. Yeni kitaplar yazmaya heveslendim. Gayrete geldim.
Dinlemeye, okumaya ve yazmaya devam. Teşekkürler Ahmet Abi.
Bunca emekten sonra okumaya bakış açım değişti. Sorumluluğum arttı. Yeni kitaplar yazmaya heveslendim. Gayrete geldim.
Dinlemeye, okumaya ve yazmaya devam. Teşekkürler Ahmet Abi.