Geçen hafta emekli öğretmen Tahsin Aydın ile Fatih Anadolu Lisesi'ne gittik. Müdür Murat Bahtiyar'ın odasında oturmuş sohbet ediyorduk. Murat Bahtiyar ile Tahsin Aydın önceden tanışıyorlarmış. Söğütlü Ortaokulu'nda birlikte çalışmışlar.
Derken Matematik Öğretmeni Aydın Bakal, bir süre sonra da bir başka öğretmen arkadaş yanımıza geldi. Nasıl olduysa konu emeklilerin meşguliyetine geldi. Öğretmen arkadaş, “Seyfi Bey, boş işlerle uğraşıyor” dedi. Sözüne alınmadım. Ben zaten 'boş işler'le uğraştığımın farkındayım.
Bende boş işlerle uğraşma merakı daha ortaokul yıllarında başlamıştı. Ben, ortaokulu ve lisenin bir bölümünü Adana İmam Hatip Okulu'nda okudum. O zamanlar Trabzon'dan Adana'ya direkt giden otobüs yoktu. Genelde iki, bazen de üç otobüs değiştirerek gider gelirdik. Seyahat ettiğim otobüslerin biletlerini saklardım. Bir alışkanlık olarak yaptığım bu uygulama, yıllar sonra hem o günün otobüs firmalarının isimlerini gösteriyor, hem de seyahat ücretleri hakkında bir fikir veriyordu.
Fikir veriyor da ne oluyor? Hiç işte, boş işler!..
Adana'da okurken köyümden ve arkadaşlardan gelen mektupları saklıyordum. Önceleri babamdan, onun gurbete gitmesinden sonra da annemden gelen mektuplar; evlenenlerden ölenlere, kar yağışından tarlaların ekilmesine kadar köyde olup bitenlerden haberdar olmamı sağlıyordu.
Peki, mektupları saklamak bir işe yaradı mı?
Evet, yaradı. Sülalemizi anlattığım “Yamiçoğulları” isimli kitabımı hazırlarken bu mektuplardan faydalandım. Ailesinin doğum ve ölüm tarihlerini hatırlamayanlara bu mektuplar ışık tuttu.
Ancak bu bilgilerin hiç birinin maddi bir getirisi olmadı!
Üniversite yıllarımda da boş işlerle uğraştım.
1970-1974 yılları arasında İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'nde okudum. Dönem arkadaşlarımdan Fahri Şirin (Allah rahmet eylesin), tiyatroya meraklıydı. Kendisi “Kan Davası” isimli bir tiyatro eseri yazmıştı. Bunu okulda sahneye koyacaktık. Oyunda 7-8 kişinin rolü vardı ama eser tek nüshaydı. Oyuncu sayısı kadar çoğaltılması gerekiyordu.
Köyde iken bir Almancının, babasına gönderdiği daktilo makinesi ile biraz egzersiz yapmıştım. Fahri de bunu biliyordu. “Ben sana daktilo bulsam, kâğıt versem bunu çoğaltır mısın?” dedi. “Hayır” diyememek, ta o zamanlardan kalma bir eksiklik bende. Arkadaşlar İzmir Kemeraltı Çarşısını arşınlarken ben evde oturmuş, tiyatro eserini daktiloda çoğaltmakla meşguldüm. Tabii teşekkür dışında hiçbir karşılık beklemeden.
Örnekler çok. Korkarım bugüne gelemeden gazetede bana ayrılan bölümün sonuna geleceğiz.
Şu anda elinizde bulunan bu gazetenin kurucusu Terme İmam Hatip Lisesi'nden öğrencimiz Rahmetli Eyüp Şentürk'tür. Onun daveti ile Mayıs 2006'da bu gazetede haftalık köşe yazıları yazmaya başladım. Hâlâ daha devam ediyorum. Ayrıca başta spor olmak üzere haber de yapıyorum. Yazdığım yazılardan ve yaptığım haberlerden herhangi bir ücret almıyorum.
Edebiyat Öğretmeni Selim Eroğlu da bu gazetenin yazarlarındandır. Onun gazeteye yazı yazdığını bilen bir arkadaşı merak edip sormuş;
“Her hafta gazeteye yazı yazıyorsunuz. Gazeteden ne kadar ücret alıyorsunuz?” demiş.
Selim Bey, espirili oluşunun yanı sıra aynı zamanda hazır cevap bir arkadaşımızdır. “Biz yazdığımız yazılar için gazeteden para almıyoruz. Aksine yazılarımız gazetede yayınlansın diye üstüne para veriyoruz” demiş. Ben, yazılarım yayınlansın diye gazeteye para vermedim. Selim Bey vermiş midir; bunu ona sormalısınız.
Bazılarına göre, gazeteye karşılıksız yazı yazmak da 'boş iş'lerden sayılabilir. Ancak ben hiç öyle düşünmedim. Ben gazeteye yazı yazıyordum ama aynı zamanda kendimi ifade etme imkânı da buluyordum. Bir ay önce “Yamiçoğulları” isimli çalışmam kitap halinde yayınlandı. Bu, benim yedinci kitabım oluyor. İlk kitabımı, gazetede yazmaya başladıktan beş sene sonra yayımladım. Eğer gazetede yazıyor olmasaydım bugün ya bir kitabım olurdu ya da hiç olmazdı!
Bu da boş işlerle(!) uğraşmanın sonuçlarından bir tanesi…
Bu konuya önümüzdeki haftalarda da devem etmeyi düşünüyorum.