Bugün, 22 Aralık 2024 Pazar

Mehmet TÜRKAN


BÜTÜN ŞEHİRLER ŞEHİR MİDİR?

BÜTÜN ŞEHİRLER ŞEHİR MİDİR?


 Yeryüzünde özellikleri ile meşhur olmuş ve kendine mahsus kültür değerleri ve bakış açısı olan türküleri olan, insan tipleri olan, yaşayış tarzları olan birçok şehir vardır. Bu şehirleri farklı kılan özellikleri vardır. Ve onları şehir yapan unsurları bu farklı özellikleridir. Şehir demek medeniyet demektir. Medine şehir, medenî şehirli demektir.
Ülkemizde de bu tür şehirler oldukça fazladır. İstanbul, Bursa, Konya, Urfa, Antep, Kastamonu, Samsun, Erzurum… vb. gibi. Bu şehirleri şehir yapan özellikleri nüfusunun fazla olması değil nüfusun taşıdığı kültürel niteliğidir. Nüfusun fazlalığı belki önemlidir ama nüfusun taşıdığı değer ve yaşayış, konuşma özellik ve nitelikleri, kültür meyveleri şehirleri farklı kılan asıl önemli özelliklerdir.
Şehirlerimizin adıyla anılan bir farklılığı var mıdır? Kendine mahsus bir kültürü var mıdır? Kendine mahsus bir oyunu, bir türküsü var mıdır? Bir başka yöreye gittiği zaman “hah bu adam filan şehirdendir!” denilebiliyor mu? Kişilerimiz başka memleketleri gittiği zaman yöresinin özelliklerini yansıtabiliyor mu?... gibi niteliklerine bakmak gerekir. Mesela, bugünün İstanbul’unu bir kenara bırakırsak yüz sene öncesinin İstanbullusunu hangimiz fark etmezdik. Türkülere, şiirlere, şarkılara konu olan Türkçesini, yalılarını konaklarını, camilerini, semtlerini hepimiz hâlâ hatıralarımızda yaşıyoruz. Bugün bile eski İstanbul’u gezerken aynı heyecanı yaşamıyor muyuz?
Urfa’ya gittiğiniz zaman İbrahim Halilullah’ın ruhunu hisseder gibi olmuyor muyuz? Konya’ya gittiğimiz zaman Mevlana’yı ve neyin nağmelerini duymuyor muyuz? Bursa’ya vardığımız zaman Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yaşadığı fetih duygusunu hissetmiyor muyuz? Samsun’a vardığımız zaman, iskeleye doğru bakıp Millî Mücadelenin sesini duyar, ruhunu hisseder gibi olmuyor muyuz? Kastamonu Cumhuriyet Meydanı’ndan Hükümet binasına doğru baktığımız zaman atalarımızın bize mirası bu eserde Osmanlı’nın ihtişamını ruhumuzun derinliklerinde hissetmiyor muyuz?
Yukarıda şehirlerin ruhu ile ilgili sıralamaya çalıştığımız kısa izlenimlerin hiçbiri nüfus ile ilgili değil. Nüfusun çokluğu bir yerin şehir olduğunu göstermez. Bugünün İstanbul’u on üç milyonluk şehrin genişleyen Kocaeli’nden Tekirdağ’ına kadar olan yeni yerleşim alanlarında aslında sosyolojik bir değerlendirmeye gittiğimizde İstanbul’da olmasına rağmen hâlâ köyünde, ilçesinde ya da geldiği şehirde yaşayan insanlar var. Onlar İstanbullu değil aslında kendi memleketindedirler. Bu insanlar kendi kahvelerini, kendi gruplarını, kendi memleket kültürlerini yaşamaya devam ediyorlar. Kendi içinde ve kendi insanları ile hayatlarına devam ediyorlar. İstanbul surlarının dibindeki Karadeniz lahanaları belki de bunun en önemli örneklerinden biri olsa gerekir. Yeni her İstanbul semti aslında Anadolu’nun küçük bir maketi gibi.
Bazen şehir denilen fakat şehir olmayan sonradan oluşmuş öyle kalabalıklar yerler var ki içine girdiğimiz zaman insanların birbirinden farklılığını, ortak noktalarının ve ortak kültürlerinin olmadığını hemen görürüz. Onlar kalabalık ama bir şehir ruhunu ya da en azından yaşamış oldukları şehrin ruhunu taşımıyorlar. Kalabalık çok ama bu kalabalıklar içinde yalnız binlerce insan var. Her taraf insan dolu ama insanlar yalnız. Bazı öyle şehirler var ki nüfusu az ama birer şehirdirler. Kendine mahsus kültürleri, hayat tarzları, türküleri, ortak söylenceleri, yemekleri ve kendilerine mahsus farklılıklar hemen kendini hissettiriyor. Kendilerini bir ortak noktada buluşturan şehir havasını ve kültürünü hemen hissedebiliyoruz. Hatta bazen beldeler ve köylerin bile farlı kültürleri ile ayrıldığını görebiliyoruz.
Şehirleri şehir yapan onların farklılıklar, farklı hayat ve yaşayış tarzları, inançları, manevi değerleri, toplumsal medeniyet özellikleridir. Kalabalıkların bir niteliği ve ortak bağı ve değerleri olmayınca hiçbir hükmü kalmıyor. Rüzgârın hazan rüzgârında savurduğu kuru yapraklar gibi savrulup gidiyorlar.
Tarih boyunca şehir olan yerler kendini farklılaştırmasını bilen şehirler defalarca tarumara, yıkıma uğrasalar bile varlığını devam ettirebiliyorlar. Mesela, Bağdat bunlardan biri. Kaç defalarca harap edilmiş, yıkılmış, kütüphaneleri yağmalanmış ve günlerce Dicle nehri mürekkep akmış. En son başına geleni batının cellatları tarafından nasıl yağmalandığını hepimiz biliyoruz. Ama ben inanıyorum ki bir şehir olan Bağdat hiçbir zaman yok almayacak, kara günler geçecek ve Bağdat olarak kalmaya devam edecek Daha önceki asırlardaki yıkım ve yağmalarda olduğu gibi. Kerkük’te kültürü ve türküleri ile bu şehirlerden biri olsa gerekir. Onun başında da karabulutlar dolaşıyor ama o kara bulutlar çabuk dağılacaktır.
Şehirlerimiz şehir olursa kim tutar bizi. Herkesin birbirinin derdiyle dertlendiği, ortak noktalarının ve değerlerinin olduğu; insanlarının aynı dilden konuştuğu ve birbirini anladığı; akraba olmamasına rağmen akrabadan öte ilişkilerin olduğu; üst katında aç varken alt katındakinin haberi olup da uyuyamayan insanların olduğu bir şehri kim yok edebilir. Ancak kuru medeniyetten uzak kalabalıklar, niteliksiz yığınlar olursak en ufak bir rüzgârda savrulur gideriz maazallah.
Biz de bu şehrin havasını teneffüs eden insanlar olarak bize bırakılan şehir kültürüne sahip bırakılan bu şehri, şehir olarak devam ettirebiliyor muyuz acaba? İyi düşünüp adımlarımızı ona göre sıklaştırmalıyız.