Beyhami Hoca kızacak ama bu hafta yine kendime ait bir konudan söz edeceğim.
Büyükler boşuna söylememişler, “En kötü karar, kararsızlıktan iyidir” diye.
Kardeşim Hüseyin'in de katılacağı kır koşusu için ben de Çamlıhemşin'e gitmek istiyordum. Bu konuda eşimle bir kaç defa fikir değiştirdik. Yeniden plan yaptık. Bir karara varamadıkça rahatsız olduk. Eşimle birlikte mi gidelim, ben yalnız mı gideyim kararsızlığına düştüm. Hatta gitmeme düşüncesi bile aklımdan geçti. Son kararım, tek başıma gitmek yönünde oldu. Bu karar benim için iyi miydi, kötü müydü hesabını yapmadım ama kararsızlıktan kurtuldum ve rahatladım.
Hiçbir otobüs firması Çamlıhemşin'e gitmiyor. Pazar'a kadar gidip oradan başka bir araca binmek gerekiyor. Ben aktarmasız olarak Pazar'a kadar gidecek bir vasıta olsun istiyordum. Bir gün önce görüştüğüm simsar Hüseyin, “06.00-06.30 arası geçen otobüsler Samsun'dan geliyor. Fakat seni almazlar. Sen yarın 07.45'de gel. Ben seni gönderirim” demişti.
Simsar Hüseyin'in önerisine uydum ve 07.20'de durağa gittim.
Pazar'a kadar giden otobüs beni almadı. Herhalde yer yoktu. Rize'ye kadar giden otobüse razı oldum. 08.05'de Terme'den hareketle 14.30'da Rize'ye ulaştık. Beni ilçelere yolcu taşıyan minibüslerin durağına gönderdiler.
Çamlıhemşin'e son araç 15.00'de kalkıyormuş. Benim görev yaptığım yıllarda Rize'den Çamlıhemşin'e dolmuş yoktu. Hatta Çamlıhemşin'e gitmek için Rize'ye indiğimde bir çay ocağının önünde oturanlara sormuştum da “Çamlıhemşin neresi?” dercesine birbirlerinin yüzüne bakmışlardı.
Şimdi Rize-Ayder arasında sefer yapan dolmuşlar var. Tabii bu minibüslerin Çamlıhemşin'den geçtiğini söylemeye gerek yok.
Gideceğin yere bir vasıtanın olması güzel de 65 km mesafe için alınan 130.00 TL ücret bana biraz fazla geldi. Acaba yolcu azlığından mıdır diye düşündüm. Lâkin Pazar'dan itibaren hatırı sayılır derecede yolcu çıktı.
Dolmuşların Pazar'da 10 dakika bekleme mecburiyeti varmış. Ben de bu süreden faydalanarak Sahil Camisi'ni arka plan yaparak bir görüntü aldım ve Pazar'a geldiğimi tespit etmiş oldum.
16.40'da Çamlıhemşin'deydim. O gece İsmail Çamanka'nın Behice Köyü'ndeki, yörede 'Bungalov ev' denilen küçük otelinde konakladım. Fırtına Deresi'nin ve karayolunun kenarları -tabir yerindeyse- dağ taş bungalov evlerle dolmuş. Ben bungalovlara 'küçük otel' diyorum.
Bungalovlara, yörenin dili olan Lazca isimler vermişler; Berona, Morci, Omcore… Morci: yer elması, Berona: Çocukken anlamına geliyormuş. Koşuda dereceye girenler için ödül töreni, Çamlıhemşin merkezde Ayder yolundaki 'Moi Doğal Yaşam Evi'nde yapıldı. Görevlilere moi'nin manasını sordum. “Moi Lazca değil, Fransızca'dır. 'Ben, benim' anlamına gelir. Ayrıca moi değil, 'moa' diye okunur” dediler.
Benim kaldığım otelin adı 'İhvan Bungalov.' “Siz neden Lazca isim vermediniz?” dedim. “Otellere verilecek daha Lazca isim kalmadı ki! Biz İhvan demeyi uygun gördük” dediler. İhvan, “kardeşler” anlamına geliyor. Bu ismi Selim Eroğlu da beğenmiş. İhvan Bungalov, Fırtına Deresi'nin 70 metre kadar yukarısında dik bir yamaçta. Oralar zaten hep dik yamaç. Otel, biraz uzak gibi görünse de güvenli. Çünkü dere kenarındaki oteller, beklenmeyen sellerde çok tehlikeli. Allah göstermesin, 1978'deki sel olsa dere kenarındaki otel- evlerin kaç tanesi kurtulur, bilemem!
Ayrıca İhvan Otelin manzarası da güzel. Fırtına Deresini ve çevreyi rahat görebiliyorsun.
Behice'ye gelince, eskiden Dikkaya Köyü'nün bir mahallesiydi. Yirmi sene kadar önce Dikkaya'dan ayrılarak müstakil köy olmuş. 2007'deki Çamlıhemşin ziyaretim sırasında köy idi.
Çamlıhemşin'e niye geldim? Benim meslekte ikinci görev yerim Çamlıhemşin İmam Hatip Lisesi'dir. Kardeşim Hüseyin, uzun mesafeli kır koşularına katılır. Burada yapılacak olan 10. Kaçkar Ultra Maratonunda 15 kilometrelik yol koşusuna katılacaktı. Hem Hüseyin'e destek olmak hem de ziyaret-tatil için buraya geldim. Gelmekle de iyi ettiğimi düşünüyorum.
Koşu hakkında bilgi vermeyi daha sonraya bırakıyorum. Kalın sağlıcakla.