Ne zaman bir iş için evden uzaklaşsam işimi hallettikten sonra kalan vaktimi tanıdıklarıma ayırmayı adet edindim.
Rumi takvime göre ismi teşrin-i sani olan aydaydık. Yani yürürlükteki takvime göre kasım ayına tekabül ediyor. Teşrin-i evvel ve Teşrin-i sani eskilerin güz dedikleri ayları temsil eden zaman dilimiydi. Hazan, yani sonbahar en karakteristik özelliklerini bu aylarda gösterirdi. Teşrin yaprakları edebiyatımızda önemli yer tutmaktadır.
İşin bu faslını bir yana bırakarak konumuza gelelim. Daha önce beraber çalıştığım, hem meslektaşım, hem arkadaşım, hem de dostum olan Ali Uçar; Terme'nin eskiden beldesi, şimdi ise yeni idari yapılanmasından dolayı “mahalle” sınıfında olan Kocaman Ortaokulu Müdürü olarak atandığında kendisini tebrik etmek için uğramıştım. İlçe merkezine yaklaşık 11 km uzaklıkta olan bu yere bundan 11 sene önce de uğradığım olmuştu.
Yine bir sonbahar mevsiminde okulların ara tatile girmesini fırsat bilerek yanına uğramaya karar verdim. Okul eğitim-öğretime ara verildiğinden öğrenci ve öğretmenler okulda olmadığından işlerin en aza indiği bir zaman dilimidir ara tatiller. Ben de eski bir idareci olarak durumdan vazife çıkararak bu dostumu ziyaret edeyim dedim.
Etraf sakindi. Ali Uçar Beyefendi ile ayaküstü sohbetin ardından mahallenin renkli siması Çaycı Yusuf'un yerine uğradık. Zaten mesai bitmiş, önümüzde konuşacak çok vakit vardı. Çay ocağını işleten Çaycı Yusuf adıyla maruf kişi bize çayları takdim ederken beni ilk defa görüyordu. Çay ocağı kültürüne uygun hal hatır faslından sonra yavaş yavaş derinleşen bir sohbete tutuştuk.
Çaycı Yusuf diğer masalardan gelen siparişleri yetiştirmek için ocak ile müşteriler arasında mekik dokuyor, fırsat buldukça da benimle sohbet ediyordu. Bu gibi durumlarda kişinin önce nereli olduğu sorulur. Termeli olmadığımı anlayınca daha bir ilgilenmeye başladı. Artık kendimi itibarlı bir misafir gibi görüyordum.
Çayım bitince, yenisini getiriyor o süre içinde birkaç cümle ile sohbetimiz devam ediyordu. Daha sonra oturduğumuz yerde başka müşteriler de çoğaldı. Herkes kendine göre bir şeyler söylüyordu. Ne yalan söyleyeyim kısa süre sonra kendimi “Kocaman”lı sanmaya başladım. Çünkü yanımızdaki insanlar çok sıcakkanlı ve bana yabancı olduğumu hissettirmiyordu.
Anadolu insanın bu tavrını iyi bilirim. Gezdiğim ve halkın içine karıştığım her yerde bu “Gönül sıcaklığını” gördüm. İnsanımızın özü temiz. Yaşanan olumsuzluklara sebep olan şeylerin alt yapısında hiçbir zaman ferdi suçlamayıp, insanları bu hale getiren sebeplerin olduğunu düşündüm. Belki beş bin yıllık bir geçmişimiz var ama mevcut sistemimiz bir asrı yeni doldurdu. Elbette muarızları olacak…
…
Bir yandan sıcak çayları yudumluyor, diğer yandan farklı kişilerle sohbet ediyordum. Yere düşen teşrin yapraklarını gözle görmesem de hissediyordum sanki.
Kocaman köyü mü, mahallesi mi ne demeli bilmem ama bana oldum olası sıcak gelen bir yer olmuştu. Terme'ye geldiğimde belde olan bu mütevazı yerleşim yerinin ismi şimdi ne olursa olsun; insanlarının gönlü hep aynıydı.
Kocaman, geçirdiğim yaklaşık iki saatlik zaman içinde hem hafızama, hem gönlüme çok şey sığdırdı. Tabii Çaycı Yusuf'un ise yeri ayrı.
Çay ocağından ayrılırken Çaycı Yusuf ülkenin en tanınmış üç kişisinden birinin kendi olduğunu söylemez mi? İçimden “El Hak doğru. Bu adamı tanımayacaklar da kimi tanıyacaklar” diye geçirdim.
Yazıma son verirken Çaycı Yusuf ve Kocaman'a en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum. Kısmet olursa yine geleceğim. Zaten dostum Ali Uçar'a baharda bir ziyaret sözüm daha var.