Bugün, 30 Nisan 2024 Salı

Selim EROĞLU


CEMAL HOCA HEPİMİZİ ÜZDÜ

CEMAL HOCA HEPİMİZİ ÜZDÜ


İkimiz de öğretmendik. İkimiz de Termeli’ydik. İlk defa 1990 yılında askere giderken karşılaştık ve tanıştık.

   O Terme’de bense Isparta’da görev yapıyordum.

   Aynı otobüste Ankara’ya, Etimesgut’a Yedek Subaylık sınavına gittik. İkimizin haricinde başka Termeli arkadaşlar da vardı. Kendimize göre sınavla ilgili taktikler geliştirdik. Amacımız aynı yere düşmekti. Taktiklerimiz işe yaramış olmalı ki üç Termeli arkadaş –rahmetli Cemal Güven, Sezai Uyanık ve ben- aynı yere düştük. Artık asker ocağımız, İstanbul Küçükyalı Maliye ve Levazım Okulu’ydu. Bu duruma üçümüz de çok sevinmiştik. Bundan sonra askerlik bize vız gelirdi.

   İşte Cemal Hoca’yla askerlik arkadaşlığım böyle başladı. Aynı gün beraberce yola çıktık. Beraber  birliğimize teslim olduk. Aynı dönem bir bölük askerdik. Mecburen aynı bölükteydik ama aynı takıma düşemedik. Dolayısıyla aynı koğuşa da düşemedik. Yan takıma ve yan koğuşa düştük.

   Olağanüstü durumlarda yapılan arkadaşlıklar dostluğa dönüşür. Birbirimiz sayesinde askerlik bize hiç zor gelmedi. Hiç moralimiz bozulmadı, hiç zorlanmadık.

   Beraber talim yaptık. O, yaşça benden büyüktü ama kader bizi tertip yapmıştı.

   Evliydi ve Furkan adında bir oğlu vardı.

   Levazım Okulunda bütün zamanımız beraber geçiyordu. Birbirimize olduğumuz desteK sayesinde bütün zorlukların üstesinden geldik.

   Yemin merasiminden sonra, hafta sonları çarşı iznimiz oluyordu. Hafta sonları, en sevdiğimiz zamanlardı. Üç Termeli, üzerimizde subay elbiseleriyle İstanbul’u karış karış gezdik. Üç ay içerisinde, gitmediğimiz yer, ziyaret etmediğimiz akraba kalmadı.

   Midesinden rahatsızdı. Her yemeği yemez/ yiyemezdi. Rahatsızlık vermeyen “haşlama” yerdi. Hangi lokantada haşlama varsa orayı tercih ederdik.

   Acemi birliğinden sonra O Gaziantep’e, bense Giresun-Alucra’ya atandım. Hiç irtibatı koparmadık.

   Askerlik bitiminde okullarımıza geri döndük. 1994 yılında memleketime tayin oldum.

   Burada en çok tanıdığım asker arkadaşım Cemal Hocaydı. Kendisine müracaat ettim. Bana adeta rehberlik yaptı.

   Aynı okulda görev yapmadık ama komşu okullarda yıllarca ders anlattık.

   Ailece görüşürdük. Hatta oğlum Feyyaz’a isim verilirken kulağına ezanı O okumuştu.

   Çok iyi bir insandı. İnsanlara yardımcı olmaya çok severdi. Hiç yüksünmez, günlerce zamanını senin için harcardı.

   Öğretmenliği örnek alınacak derecede mükemmeldi. Bir defa, yaptığı işi çok seviyor ve severek yapıyordu. Öğrencilerini çok seviyordu.

   Tahmin edilemeyecek kadar hoşgörülüydü. Mesleğinden, meslektaşlarından ve de özellikle öğrencilerinden bir gün olsun şikâyetçi olduğunu duymadım. Başkalarının şikâyet ettiği konular ona çok basit ve sıradan gelirdi. “Bunlar genç, tabi ki hataları olacak, zamanla nasıl olgunlaşacaklar, göreceksiniz” derdi. Hakikaten de dediği gibi olurdu.

   Çocukla çocuk, büyükle büyük olurdu. Dikkat ettim hiçbir öğrencisi ondan kaçmaz, hangi öğrencisini görse hal hatırını sorardı. Tam bir sohbet erbabıydı. Sohbet derken muhatabına değer verdiğini hissettirirdi. Yüzü daima güler, vücut dilini çok iyi kullanırdı. Muhatabının sözünü kesmez, sonuna kadar dinler, ondan sonra kendisi konuşurdu.

   Hiçbir şeyden şikâyetçi olmazdı. Hastalık, ölüm gibi hayati konulardan bile normal bir şey gibi bahsederdi. Kadere inancı ve teslimiyeti tam da müminceydi.

   Kendi hastalığından bile gülerek ve sıradan bir şey gibi bahsederdi. Emekli olmuş ve ailesine, çocuklarına ve kendisine zaman ayırmak istemişti.

   İyi bir tarih öğretmeniydi. Tarihi olayları hem yaşar hem yaşatırdı. Çanakkale Savaşlarını, yakın tarihi çok iyi bilirdi.

   Takdir-i İlahi, Çanakkale Zaferinin yıl dönümünde, 18 Mart’ta fani âlemden baki âleme göç etti.

   Yokluğu benim için büyük kayıp. Sohbetini, arkadaşlığını, insanlığını arayacağımdan hiç şüphem yok. ‘’Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun’’ demekten başka elimden bir şey gelmiyor.