Yaratılışı ve karakteri itibarıyla anneler, şefkat abidesidir. Ondaki bu maya yaratılışından kaynaklanır. Bu nezih yaratılışın kültürel genetiğinde bir oynama olmamış ve yanlış müdahalelerle kirletilmemişse, tepeden tırnağa şefkattir. Anne, inceliğinin ve içtenliğinin gereği olarak sürekli ıstırapla yutkunur. Bir tül gibi titrer evladının üzerine. Onlarla zevki, neşeyi, lezzeti, çiçek örneği açar ve gülücükler sunar. Bazı zamanlar umduklarını kavuşur, bazı zamanlarda umduklarından mahrum kalır. Bazı zamanlarsa ufkunda dillenen güzelliklerle çocuklar gibi sevinir.
Ruh ufku itibarıyla yerini bulmuş; çocuklarıyla susuzluğunu giderebilmiş annenin, Cennet serilir ayaklarının altına. Bu cennetliğin gölgesinde şefkat yudumlayarak yetişen çocukların; ruhanilerden farkı olmaz. Böyle annelerin yuvalarında tenler ayrı görünse de ruh tektir. Anneden neşet edip yuvayı sarmalayan bu ruh, manen bir büyü gibidir, kutup yıldızıdır. Sistemin diğer üyeleri, varlıklarını onun çevresinde şekillendirir. Ona yüce bir muhabbetle bağlıdırlar. Duygu ve düşünceleriyle sonsuza tam yönelmiş bir anne, ruhumuza hiçbir mürşidin ve muallimin duyuramayacağı derin erdemleri duyurur. Böyle insan-ı kâmil bir kadının bağrında yetişen çocukların ruhlarına, toplum hayatımızda her dem, her şartta ve her mekânda ötelerin merhamet ve şefkatinin döküldüğüne tanık oluruz. Toplumun iç dinamiklerinin derinlikleri böyle olunca; o toplumun söz ve eylemi, çevresine hep uhrevileşmenin mutluluğunu yansıtır. Birbirinden emin kitleler oluşur.
Onun kutlu elinden analık buutu alınmazsa, gönlünde göklerin yıldızları kadar duyguların köpürdüğü bir his ve merhamet yumağına döner. Talihiyle uyumlu, kederleriyle barışık, tasasıyla iç içe, nefrete kapalı ve hep ihya ve imar peşinde harcar enerjisini. Bu kadın, halife olmanın en saf mayası, insanî inceliğin en narin özüdür.
Sonsuzluk ufkuyla gönül kapılarını ebediyetlere aralamış bu bahtiyar bir anne; cisim ve ruhun birleşik âleminde sihirli bir noktadadır. Ve tasavvurlar üstü öylesine parlak bir konuma maliktir. Bunun ötesinde ona vereceğimiz en yüksek paye ne olabilir ki? Bütün makamlar, onun güneş gibi parıldayan gerçek değerleri yanında sönük bir mum mesabesinde kalır.
Bizim değerler atlasımızda kadın, hilkat hadisesinin en önemli rengidir. İnsanlık âleminin en bereketli rüknüdür. Annelerimiz, Cennet güzelliklerinin kusursuz bir izdüşümü, varlık bekamızın en sağlam teminatıdır. O yaratılmadan önce erkek sıfatı ve özellikleriyle yaratılan insan, bu dünyada yalnız, bulunduğu ekosistem ruhsuz, yuva ağaç kovuğundan farksız bir indi. Ve böyle olunca erkek, kendi ömür fanusunun mahpus olurdu. Onun var edilişiyle ikinci bir kutup oluştu ve kutuplar birbirine bağlandı. Varlık yeni ve farklı bir sesle şenlendi. Yalnız erkek böylece bir nev'e dönüşüp kâinatın en ehemmiyetli bir unsuru haline oluştu. Böylece kadın, eşine değerler üstü değer kazandırdı. Aynı malzemeden yaratılmasına rağmen, Yaratan, kadına, fizyolojik ve psikolojik açıdan farklı bir karakter, ayrı özellikler yüklemiştir. Bu, erkeğin kadından, kadının erkekten üstün olması anlamına gelmez. Her ikisi de özel konumları itibarıyla fevkalade önemlidir ve aynı ölçüde birbirine muhtaçtır. Acayip olan, kadınla erkek arasında mukayeselere girip beyinleri bulandırmaktır.
Kadın ve erkek, misyonları itibariyle birbirlerinden farksızdır ve bir bedenin birbirine muhtaç iki ayrı yüzü gibidirler.