Bundan yirmi yıl kadar evvel rahmetli Eyüp Şentürk gazetede köşe yazmamı rica etmişti. İlk önceleri teklife pek sıcak bakmadım. Üzerimde memur rahatlığı vardı. Bir işe başlayınca hakkını vermek lazımdı. Öyle inanıyordum. Bir de istikrar göstermek lazım gelirdi. Haliyle ortada bir yazı varsa okuyucusu da olacaktı. Okuyucular yazdıklarımı ya beğenmezlerse ya da şahsımı rencide edecek şekilde eleştirirlerse diye düşündüm.
Israrlar çoğalınca yazmaya başladım. Zaman içerisinde olumlu- olumsuz bir sürü eleştiriler aldım. Eleştirildikçe daha iyisini yapmaz azminde oldum. Şöyle bir söz vardır: '' Hiç hata yapmayanlar hiçbir iş yapmayanlardır'' diye, Mehmet Akif'e mal edilir. İş yapan mutlaka hata yapacaktır. İnsan yükseğe çıktıkça pantolonundaki yamanın görünme ihtimali artar. Gerçi şimdilerde yamalı pantolon giyen pek kalmadı. Onun için benzetmelerimiz havada kalıyor.
Okuma yazma öğrendiğim günden beri gazete okuyucusuyum. Gazetedeki yazarlar ve köşelerinin adları oldum olası dikkatimi çekmiştir. Lise yıllarında Ahmet Kabaklı'nın Gün Işığında adlı köşesinde yazdıklarını her gün okurdum. Sonradan kendisiyle yüz yüze tanışmak nasip oldu. İstanbul'a her gittiğimde Eyüp'te mezarını ziyaret eder ve bir fatiha okumayı ihmal etmem.
Televizyonlarda bir zamanlar zeka ürünü program isimleri vardı.32. Gün, Beşinci Mevsim, On üçüncü Ay gibi. Bu isimler çok dikkatimi çekerdi.
Cemre, kelime anlamı olarak sıcaklık demektir. Gözle görülmeyen , uzun kıştan sonra birer hafta arayla havaya, karaya ve suya düşen üç cemre olduğuna inanılır. Cemreler düşünce tabiat canlanır. İnsanlara bir neşe, mutluluk huzur ve hareketlilik gelir. Cemreler düştükten sonra insanımızı tut tutabilirsen.
Bütün bu birikimlerimden hareketle bir anda kendi kendime ''buldum'' dedim. Benim köşemin adı ''Dördüncü Cemre'' olmalı dedim. Bir anda ortaya çıkan bu ad altında yazılarımı yazacaktım. Yazılarımın, okuyucularımın gönlünde bir neşe, bir huzur, bir hareketlilik getirmesini murat ettim. İsim kaderdir. Bu isim zamanla yazılarımın muhtevasına sirayet etti. Akış o yönde gelişti. Ben de zamanla fark ettim.
Aynı zamanda yazmaya başlayan Seyfi Bey köşesine ''Bakış Açısı'' adını vermişti. Seyfi Bey ile birbirimize söz verdik. Bize emanet edilen köşelerimizi boş bırakmayacaktık. Bu zamana kadar sözümüzde durduk.
Önümüzde kalemi güçlü, yazdıklarını kitaplaştıran Ahmet Sezgin , Zeki Ordu, Yılmaz İmanlık gibi dostlarımız vardı. Arkadaşlarımız ve de okuyucularımız yazdıklarımızı kitap haline getirmemiz hususunda bizleri mütemadiyen teşvik ettiler. Kendilerine müteşekkirim.
Kitap yayınlamak, yayıncılık, matbaacılık bambaşka bir dünya. Açıkçası bilmediğim bir alan.. Tecrübem yok, işin acemisiyim. En önemlisi işin bir de mali boyutu var. Hatırı sayılır bir bütçe ayırmanız gerekiyor. Para kazanırım beklentisi içerisinde olmayacaksınız, giden parasıza acımayacaksınız. Parayı çok seven kitap bastıramaz. Bu bir gönül meselesidir. Bir aşk meselesidir. Aşk ile koşan yorulmaz.
Tam bu esnada imdadıma eğitimci-yazar arkadaşım Mustafa Cemal Tomar yetişti. Yazılarımın bir araya getirilmesini , kitap haline dönüştürülmesini , yayın eviyle bağlantıları halletti. Yükümü hafifletti. Bana sadece işin mali kısmı kaldı.
Bir de baktım ''Dördüncü Cemre'' elimde.
Kader gayrete aşıktır. Zor diye bir şey yoktur. Yeter ki iste.
Kitabım çıktıktan sonra ekseriya olumlu dönüşler aldım. Olumlu dönüşler almak şevkimi, heyecanımı ve sorumluluğumu artırdı. Olumsuz eleştirileri istifade etmek üzere bir kenara not ettim.
Öyle anlıyorum ki yazmaya ve kitap çıkarmaya devam edeceğim.
Halleşme babında samimi duygu ve düşüncelerimi ifade ettim.
Şu bir gerçek ki marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir.