Edebiyat sözünün Arapçada türetildiği kelime kökü olan “edep”; erdem, güzel terbiye, görgü, incelik, zarafet, akıllılık, iyi huy gibi birden çok anlamı içinde barındıran bir kelimedir. İnsanın bütün iyi ve güzel huyları, ahlakî meziyetleri kendinde toplamasıdır.
Kadim yazıda (Arap-İslam alfabesinde) “elif”, “dal”, “be” harfleriyle yazılan “edeb” kelimesi, Bektaşiler arasında olgunluğun ifadesidir. Hacı Bektaş-ı Veli tarafından “Eline, diline ve beline hâkim olmak” şeklinde tanımlanan “edeb”; “elinle kimseyi incitme, dilinle kimsenin gönlünü kırma, belinle kimsenin namusuna halel getirme.” şeklinde üstün bir ahlak anlayışını sembolize etmekteydi.
Edebin en güzel örneğini, mürebbisi Allah olan Efendimiz (sav) vermiş; edebin ufuk noktası olmuştur. Edep, daha hususi anlamda Peygamber Efendimiz (sav)’in üstün ahlakı ve edebiyle edeplenmektir.
Bir şairin “Edeb bir tâc imiş nur-ı Hüdâ’dan/ Giy ol tâcı emin ol her belâdan.” beytinde veciz bir üslupla ifade ettiği gibi aşk medeniyetinin yolcuları için edep, Allah’tan bir tac ve şeref imiş. Edep ehli için “İlmin, irfanın kökü edeptir.” ve edepsiz ilmin hiçbir kıymeti yoktur: “Edeb ehl-i ilimden hâli olmaz/ Edebsiz ilim okuyan âlim olmaz.”
Edep ehli, edep çiçeği misali edebiyle otururdu. Edep erkân bilir, edebî kelam eyler, edebini takınarak cevap verirdi. Herkese ve her şeye karşı edepli olunurdu. Yemeden giyime, hâlden söze, doğumdan ölüme hayatın her alanında edep hâkimdi. Kapıya vurmadan içeri girmek, misafiri güzel ağırlamamak, kapıdan çıkarken arkasını dönmek, birisi konuşurken sözünü kesmek, bağırarak konuşmak, gizli konuşmak, kaba konuşmak, işmar etmek, yemek yerken ağız şapırdatmak, ağızda lokma varken konuşmak, gülmek, çayı höpürdeterek içmek, yolda yürürken sağa sola bakmak, selam vermemek, yolda bir şey yemek, büyüklere “efendim” yerine “sen” diyerek hitap etmek, boş söz söylemek edepsizlikti. Eğer bir edep dışı söz ve tavır görülmüşse “Edep yâ hû” diye edep dâhilinde edebe davet edilirdi.
Aşk medeniyetinin hâkim olduğu çağlarda evler, camiler ve hatta resmî dairelerin duvarları “Edep ya hû!” hat levhalarıyla süslüydü. Bir zamanlar Mevlevi sikkesinin çevresinde “Ehl-i irfan arasında aradım, kıldım talep/ Her hüner makbul imiş; illâ edeb, illâ edeb.” beytiyle edebin her hünerden daha kıymetli olduğu ifade ediliyordu.
“Ne ibrettir kızarmak bilmeyen çehren/ Bırak kardeşim tahsili; git önce edep, hayâ öğren.” diyen Mehmet Âkif, edebin önemini ne kadar da güzel ifade ediyor.
Günahları sebebiyle Allah’tan ve kullarından utanan, kalem ve kelamı, oturup kalkması, yürümesi, giyim kuşamı, gülüp ağlamasıyla edep timsali olan gönül erlerini, edep kahramanlarını ne kadar da çok özlüyoruz.