Edep, güzel kelime. Kimde bulunursa, onun değerini yüceltir.
Yunus Emre,
“Gezdim Halep ile Şam’ı / Eyledim ilmi talep,
Meğer ilim bir hiç imiş / İlla edep, illa edep” demiş.
Bu dörtlüğü şöyle nakledenler de var:
“Girdim ilim meclisine / Eyledim ilmi talep,
Dediler ilim sonra / İllâ edep illa edep.”
Hangisi olursa olsun aynı kapıya çıkıyor; “Edep, çok değerli bir özelliktir.”
Bu arada sözün Yunus Emre’ye ait olmadığını söyleyenler de var. Ancak internetteki paylaşımların altında hep ‘Yunus Emre’ adını gördüm.
Edep; utanma duygusu, incelik anlamına geliyor. Çoğulu âdâp’tır.
Peygamber Efendimiz, “Hayâ imandandır” buyurmuş. Hayâ, yanlışlardan ve hatalardan utanmak demektir. Edep’te de utanma manası olduğuna göre, ikisi aynı manaya geliyor.
Mustafa Erol, edep konusunda şöyle diyor:
“Edebim elvermez, edepsizlik edene / Susmak en güzel cevap, edebi elden gidene.”
Edep, Tasavvuf’un da temelidir. Ünlü mutasavvıflardan Ebu Hafs el-Haddad tasavvufu, “Tasavvuf, tamamen edepten ibarettir” diye tanımlamış.
Hadis midir bilemiyorum ama İslâm’da bir uygulamadan söz edilir.
“Yıkanırken, yıkandığın yer şu kadardan geniş ise, işini tamamlayıncaya kadar beline bir peştamal sarmalısın. Bu, edebin gereğidir” derler. Banyo âdâbı bahsinde de, “Banyo yaparken ön ve arka avret yerleri örtülmelidir” denilmiş.
Yani, banyoda dahi edep gerekiyor. Bunu bir yere koyalım.
Benden 3-4 yaş büyük bir Termeli (AT), kitabında anlatıyor:
“İlkokul yıllarında Bülent ile çok yakın arkadaştık. Onunla bazen bizim evde, bazen onların evinde oturur sohbet eder, gerekirse ders de çalışırdık.
Bir yaz günü çarşıda dolaştıktan sonra Bülent, ‘Hadi bize gidelim’ dedi. O gün Bülent’in annesi evde yoktu. Bülent kendi anahtarıyla kapıyı açtı ve içeri girdik, doğruca ikinci kattaki oturma odasına çıktık. Henüz sohbete başlamamıştık ki Öğretmen Melahat Hanım kapıda göründü. Gördüğümüz manzara karşısında şok olduk! Melahat Öğretmen çırılçıplaktı. Elinde sadece bir havlu vardı. Bizim nutkumuz tutulmuştu. Hızla odadan çıkıp kendimizi sokağa nasıl attığımızı bilmiyorum.”
Melahat Öğretmen, aileden biri gibiymiş. Onda da evin bir anahtarı bulunurmuş. Evde insan olsun olmasın kendindeki anahtarla kapıyı açar girermiş. O gün de öyle yapmış, kapıyı açıp eve girmiş. Evde kimsenin olmadığını anlayınca, biraz da sıcağın etkisiyle olsa gerek, banyoya girip duş almış.
Buraya kadar bir sorun yok. Ancak tedbirsiz davranıp giyinmeden banyodan çıkınca olanlar olmuş! Bu tedbirsizlik ona pahalıya mal olmuş. Terme’de görev yaptığı süre içinde hep bu olayın etkisi altında kalmış. AT, “Bu olaydan dolayı Melahat Öğretmen bana bir şey söylemedi ama sınıfta hep sert davrandı” diyor. (Öğretmenin gerçek adı Melahat değildir.)
Acaba Melahat Öğretmen, geniş banyolarda dahi yıkanırken bele peştamal bağlamanın edep gereği olduğunu bilseydi yine de giyinmeden banyodan çıkar mıydı?
Siz siz olun, evde kimsenin bulunmadığını bilseniz dahi evde çıplak dolaşmayın!
Sosyal medyada bir görüntü seyretmiştim. Şöyle deniyordu;
“Prensesler, kraliçeler hep ölçülü giyinmişlerdir.”
Görüntüde değişik ülkelerden 5-6 kadına yer verilmişti ve vücudunun diğer bölgeleri bir yana, kolları dahi açık değildi.
“Edebin, kıyafetle ne ilgisi var?” diyenler çıkabiliyor. Sizce var mı?
Yazımızı şairin bir beyti ile bitirelim:
“Edep bir taç imiş Nur-i Hüda’dan,
Giy ol tacı, emin ol her belâdan.”