Çocukluğumda mahallemizin en renkli simalarından biriydi o. Hem akrabamız hem komşumuzdu. Kendine has bir tarzı vardı. Herkesle olduğu kadar bilhassa çocuklarla çok iyi anlaşırdı. Kalender meşrep bir hali vardı. Kendine mahsus bir mizah anlayışına sahipti. Nereden bulurdu bilmem ama gün görmemiş tabirlere sahipti. Belli ki alim değildi lakin arif sayılırdı.
Köyde herkes ona '' Minnik Yusuf '' diyordu. Niye böyle dedikleri hakkında bir bilgiye sahip değilim. Rahmetli olalı çok oldu. Hesap ettim, yaşasaydı tam 108 yaşında olacaktı. Nereden baksan tam bir tarih.
İşte ''elekle su taşımak '' tabirini ilk defa ondan duymuştum çocukluğumda. Şimdilerde nereden aklıma geldi bilmiyorum. Onun vefatından sonra da ne hikmetse hiç kimseden duymadım. Böyle güzel bir deyimin unutulup gitmesine gönlüm razı olmadı. Yeniden ihya etmeyi kendime vazife telakki ettim.
Dedim ya kendine göre bir mizah anlayışı vardı rahmetlinin. Çocuklarla şakalaşmayı, onlara takılmayı çok severdi. İletişimi üst seviyedeydi. Kötü söz söylemez, muhatabını asla terslemezdi. Tatlı dilli, güler yüzlüydü. Bunlar, o zamanın insanları için bulunmaz meziyetlerden sayılırdı. İletişimin kurallarını mektepten değil hayatın içinden öğrenmişti.
Biz çocuklarla sık sık şakalaşır, takılmadan edemezdi. Çocuklara ufak tefek işler yaptırır, bunun karşılığında da '' şu işimi yaparsan düğününde elekle su taşıyacağım'' derdi. Devamında da bıyık altından kıs kıs gülerdi ve bizim tepkimizi ölçerdi. Kimimiz güler, kimimiz sevinir, kimimiz de ne dediğini anlamaz, aval aval bakardık. Çoğu kere ne kastettiğine pek anlam veremezdik.
O zamanlar hepimizin evinde en azından bir adet elek bulunurdu. Eleğin ne olduğunu, ne işe yaradığını biliyorduk. Elek, kısaca elemeye yarıyordu. Şimdilerde unlar elenmiş geldiğinden eleğe pek ihtiyaç kalmadı. Dolayısıyla elek de antika oldu.
Bahsettiğim zamanlarda evlerde su akmıyordu. Su, ya sokak çeşmesinden ya da kuyulardan temin ediliyordu. Anlayacağınız ihtiyaç duyulan suyu evlere taşımak gerekiyordu. Haliyle bu iş önemli olduğu kadar yorucuydu da . Bir de düğün olduğunu düşünün. Onca suyu taşımak gerekiyor. Bu , konu komşunun yardımı olmadan olabilecek bir iş değil. Atalarımız, harman yel ile, düğün el ile, diye boşuna dememişler. Yel olmadan harman, el olmadan düğün olmaz/olamaz(dı). Anlayacağınız sosyal dayanışma şart. Bugün bana, yarın sana.
Düğünlerde sular, fizik kurallarına uygun olarak bakraçlarla veya kovalarla taşınırdı. Suyu taşırken , ziyan etmemek, dökmemek , telef etmemek önemli bir meziyetti.
Anlayacağınız elekle su taşınmaz. Elekle su taşıyacağım diyen kinaye yapıyordur, başka bir şey kastediyordur.
Elekle su taşımak bir bakıma havanda su dövmektir, boşa kürek çekmektir, ne yaptığını bilmemektir, nafile işe soyunmaktır. Bunu idrak edebilmek için yaşın biraz kemale ermesi gerekir. Çocuk aklımızla işin aslını pek anlayamazdık. İşin içinde düğün olunca sevincimiz tavan yapardı. Zaten muhatabımızın amacı bizi sevindirirken aynı zamanda düşündürmek olmalıydı. Bu da az şey sayılmazdı.
Temel anlam, yan anlam, mecaz anlam, kinaye gibi kavramlar henüz anlam dünyamıza girmemişti. Çocukların bildiği tek anlam, temel anlamdır. Çocuklar, onun için masumdur. Çocukların dünyası her türlü desiseden aridir.
Erzurumlular'ın bir sözü var: Yanda gezinip ortada gözükmek, diye. Hiçbir iş yapmayıp iş yapar gözükmek anlamına geliyor.
Düğün gibi kalabalık meclislerde her türlü insana rastlanır. Kimi iş yapar, kimi iş yapar gözükür. Aradaki farkı fark edebilmek için epey bir tecrübe sahibi olmak gerekir.
Elekle su taşınamayacağını anladığımda elek devri kapanmış, elekler tarih olmuştu. Lakin böyle güzel bir deyimimiz yaşasın istedim.
Hasılı şunu anladım, elekle su taşımaya çalışan kişi kendine eziyet eder. Boşa kürek çekmiş olur.