“Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı” demiş, büyüklerimiz.
Bu atasözünün; davranışlar, âdetler ve olgunluk yaşına gelmiş kişiler için söylendiğini düşünmüyorum. Herhalde eskimiş ya da kullanılmış eşyalar için söylemişlerdir.
Edebiyat dersi sınavında öğrencilere bu sözü başlık olarak verseniz ve “Bu sözden hareketle bir kompozisyon yazın” deseniz, çoğu öğrenci bir şey yazamaz.
Neden mi?
Çünkü bugünkü gençlik bitpazarını bilmez de ondan.
Bugün Samsun Mecidiye'de Pazar günleri eski giysi ve kullanılmış eşyalar satılıyor olsa da ona bitpazarı dendiğini duymadım.
Ben bitpazarını İmam Hatip Okulu orta 1'de Adana'da öğrendim.
Biz asıl konumuza gelelim.
Eskiden çocuklar tatil günleri sabah evden çıkar, akşama kadar sokakta oynardı. Susadı mı bir komşunun kapısını çalar, su isterdi. Kimse onu, “Git suyunu kendi evinden iç” diye terslemezdi. Kaldı ki o zamanlar şişe suyu henüz icat edilmemişti, ya da biz bilmiyorduk.
Bazı anneler ekmek arası peynir-domates için kapıya gelen oğluna, bir tane de arkadaşı için verirdi. Çocuklar ekmeğini yer, suyunu içer, yine oyuna dalardı. Anne babalar, “Çocuğuma sokakta bir şey olur” diye endişe duymazdı. Şimdilerde bir anne, “İki çocuğum var. Bırakın sokakta oynamalarına izin vermeyi, kapımın önündeki bahçemizde bile yalnız başlarına oynatamıyoruz” diyor.
Eskiden öğretmenler saygı görürdü. Veliler zırt pırt okula gelip öğretmenlere ayar çekmeye, gözdağı vermeye kalkmazdı. Öğretmenler de öğrencilerini kendi çocukları gibi görürdü.
Semtlere göre okul farkı vardı ama kimsenin ana babası okula gelip, “Benim çocuğum filanca ile aynı sınıfta okuyamaz” diyemezdi. Böyle bir şey ayıptı.
Eskiden televizyon yoktu, radyoda “Arkası yarın” vardı. Akşam yemekten sonra aile radyonun etrafında toplanır, can kulağı ile 'Arkası Yarın'ı dinlerdi. Konuşanları görmez, canlandırılan olayları seyredemez ama belki de televizyon seyretmekten daha dikkatli takip eder, daha fazla tat alırdı.
Eskiden öğrenciler “Ders çalışıyorum” bahanesiyle odasına çekilip cep telefonu ile mesaj trafiği oluşturmazdı. Çünkü cep telefonu yoktu. Hatta çocukların çoğunun 'kendi odası' da yoktu. Ayrı odası olanlar, olsa olsa şiir yazar, günlük tutardı. Bir de büyüklerden gizli Texas, Tommiks okurdu. Ki bunun, okuma alışkanlığı kazandırdığını söyleyenler vardır.
Eskiden öğrenci için sinemaya gitmek cesaret işiydi. Lise son sınıftayken bir akşam Ortahisar yokuşundan aşağı inerken, aşağıdan gelen öğretmenimiz Salih Parlak'a rastlamış, “Acaba bizim sinemaya gittiğimizi anlamış mıdır? Peşimizden kontrole gelir mi?” diye endişelenmiştik.
Burada biraz da Lazoğlu Kaya'ya söz verelim.
“Eskiden kızlar, mahallenin erkek çocuklarına emanetti. Kimse kimseye kötü gözle bakmazdı. Seviyorsa bile içinden sever, başkalarının bilmesini istemezdi. Çünkü sevgisi ne kadar gizli ise o kadar değerliydi. Bazen yıllarca içinden sever, sevgisini sevdiği kıza açmaya cesaret edemezdi. Öyle üç günlük aşklar, sevgiyi sulandırmalar; ele, kola, hele de dile düşürmek yoktu. Eskiden gençler, kız olsun erkek olsun, sevdi miydi, adam gibi severdi.
İnsanlar insan, komşular komşuydu. Komşuluk sadece lafta değildi.
Hüzünler de sevinçler de ortaktı. Hayatın bir tadı vardı.
Yokluk, yoksulluk olsa da isyan yoktu.”
Bize gelince; çarşımız Beşikdüzü, mahallemize 9-10 km mesafedeydi. Hafta (Perşembe) günleri çarşıya gitmek için ikibuçuk saat yürümeyi göze alırdık. Çünkü kamyona verecek paramız yoktu. Çarşıda, olsa olsa çeyrek ekmekle 10-12 zeytin yerdik. Dönerken de aynı mesafeyi yürür, yine de açlıktan ve yorgunluktan şikâyet etmezdik.
Bilmem çocuk olduğumuzdan mıdır, o zamanlar hayatın bir başka tadı vardı.