Bugün, 16 Eylül 2024 Pazartesi

Selim EROĞLU


GÜL BAHÇESİ EVLERİ

GÜL BAHÇESİ EVLERİ


 Bu yıl yeni bir eğitim modeline geçiliyor. Tam adı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”. Model hakkında eğitimciler olarak yeterince bilgilendik, bilgilenmeye de devam ediyoruz.
   Model, her alanda muhtelif yenilikler getiriyor. İşin aslını okullar açıldığında uygulamada göreceğiz.
   Her yeniliğin lehinde olanlar olduğu gibi aleyhinde olanlar da oluyor. Bu durum, gayet normaldir. Dünyada yüzde yüz memnuniyet diye bir durum yoktur. Bakan Bey, her konuşmasında “modele, bütün peşin hükümlerden azade olarak yaklaşın” diye ısrarla vurguluyor. Ön yargılı olmak gelişmenin, yenilenmenin, ilerlemenin önündeki en büyük engeldir. Cenap Şehabettin öyle diyor: “Köhnemiş fikirler paslanmış çivilere benzer, söküp atması çok güçtür”. Ben de Cenap Şehabettin'in sözüne ilave edeyim, paslanmış çiviyi söküp atsak bile izi kalır; verdiği hasarı tamir etmek çok zordur.
   Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'nin bir amacı da güzel Türkçem'ize sahip çıkmak, onu korumak, kollamak, geliştirmek ve yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmaktır.
   Atatürk: “Türk Dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin” diyor.
   TDK, okullar, dilimizi şuurla işlemek için var. İki haftadır, usta yazarımız Seyfi Günaçtı günlük dildeki dil garabetlerine temas ediyor. Feryat ediyor, adeta aymazlığımıza isyan ediyor. Bu gidişle sokaklarımızda, caddelerimizde, kasabalarımızda, şehirlerimizde Türkçe tabela kalmayacak. Günümüz nesli, bir önceki nesille anlaşamayacak. Öğrencilerimizin kelime hazinesi o kadar daraldı ki bundan 30 yıl önce ölmüş Tarık Buğra'nın yazdığı mesela “İbiş'in Rüyası”nı okuyup anlayamıyorlar.  Anlayamayınca da işin kolayına kaçıyor, hemen Tarık Buğra'yı suçluyorlar. İngiltere'de Şekspir'in eserlerini okuyup anlamayana lise diploması vermiyorlar.
   Beni, bunları yazmama sevk eden hafta sonu gördüğüm bir tanıtım levhasındaki yazılar oldu.
   Zaman zaman ehliyet sınavlarında görev alıyorum. İlkadım'da sınav güzergâhımız, Derebahçe ve Duruşehir bölgesinde. Güzergâhın kenarında genişçe bir boş bir arazi vardı. Tamamı yemyeşil ve incir ağaçlarıyla doluydu. Şimdi o güzelim incir ağaçlarının yerinde yeller esiyor. Her taraf beton olmuş. Bir gün yeşillik kalmadığında betonun yenmediğini anlayacağız. Bu,  başka bir bahis.
   Yemyeşil araziye önce temel attılar. Şimdilerde birinci kat çıkmış durumda. Öyle anlaşılıyor ki 50-100 daireli bir site yapılıyor. Öyle anlaşılıyor ki çok da sağlam yapıyorlar. Sitede yok yok. Yüzme havuzu, spor salonu, güzellik salonu, kafeterya, kreş… daha neler neler. İnsanımız her şeyin en iyisine layıktır. Zenginin malı, züğürdün çenesini yorar. Bize, ''alana da satana da hayırlı olsun'' demek düşer.
   Benim asıl demek istediğim bu değil. Asıl kafama takılan siteye uygun görülen isim. Sitenin ismi ne dersiniz?
   Siteye bir dünya dili olan Türkçemiz'den isim bulamamışlar. İngilizce isim koymuşlar.
   Garden Rose Sitesi.
   Oldu mu şimdi. Dünya var olduğu müddetçe bu isim biz Türklerce telaffuz edilecek. İnsanlar ömür boyu Garden Rose 
Sitesinde oturuyoruz diyecekler.
   İşin garip tarafı, bu meret yazıldığı gibi de okunmuyor. İngilizce'sini telaffuz edemezsek kendi insanımız tarafından cahillikle itham edileceğiz. Az buçuk bilmeme rağmen yanlış yapmayayım diye İngilizce öğretmenimiz Mehmet Ürek'e sordum durumu. Garden Rose, gül bahçesi demekmiş. Bak, Türkçe karşılığı var ve çok da güzel.
   Buranın adı “Gül Bahçesi Evleri” olsa kim ne kaybeder. Bilakis Türkçemiz, insanımız ve şehrimiz çok şey kazanır. 
  Şahsen bana Gül Bahçesi Evleri'nde oturmak gurur verir. Param olsa da sırf isminden dolayı Garden Rose Sitesi'nden ev almak istemem. 
   Buradan evi kim alacak? Yine bizim insanımız alacak. Hangi İngiliz gelip de buradan ev alacak?
   O halde bu aşağılık kompleksi neden? Neden hep hüsrana uğrayan biz uğruyoruz? 
   Ben bunu bir kültür istilası olarak görüyorum. Bu kadar gaflet olmaz.