İnanç erinin toprağı; yeryüzünün yüz akı olmalı. Ve bir havuz kesmeli, ol yiğidin yolunu.
Havuzun içine semadan renk renk amber kokulu çiçekler yağmalı inancı aşkına. Yaptığı güzelliklerine ödül olsun diye gümüş kâselerle altın musluklardan bengisular sunulmalı rüyasında her gece. İçtikçe; hazzın doruğu yaşanmalı vaat edilen gülistanda.
Gönül fethettiği için bin bir nimetten oluşmuş bir sofra açılmalı önüne. Bir banmalı nimetin özüne, bir dalmalı mest eden sohbete. Söz ırmağı, mercan dudaklarından akarken nefesleri gülistana ve sesleri baharistan dönmeli mekân konuklarının.
Orası, gariplerin gönül evini tamir etmenin karşılığında, renk armonisi gülistandır ol fatihlere. Yoksulun gözyaşını silmek, yetimin başını okşayarak kelebekler gibi yüreklere konmak; burada sedefin kulak süsleyen incisidir insan olmanın şuuruyla yaşamayı tercih etmiş güzide varlığa.
Buluştukları mekânın tüm konukları bu inanç erleri, tohumlarını makbul topraklara ekmiş, yürek fethini nafile oruçtan yeğ bellemiştir.
Kutlu bilmişlerdir alın terini paylaşarak kalplerde yaşamayı.
Yüzlerini aydınlatan ışıkları azalır diye, ne yapmışlarsa Allah rızası için gizli yapmışlardır. Tek başlarına lokmaya ağız açmamışlar, kini, garazı, nefret ve kara düşünceyi lehçelerinden kovmuşlardır.
Büyüklüğün; Yaratan'ı ve yaratılmışı sevmenin sıfatı olduğu bilinciyle yaşayıp ne el etek öpmüşler, ne öptürmüşlerdir. Kimi dağ lalesi, kimi çöl çiçeği, kimi yıldızlar mütercimidir şimdi sunulan baharistanda… Kalemin ucundaki mürekkebin kokusudur kimi… Kimisi bulutların ışıklı yağmuru gibi…
Yasemin renkli servilerin cilveleri çok hoştur o mekânda.
Hiç birinin gönül aynasında kir, toz ve pas olmamıştır dünya evinde yaşanken.
Bal tatlılığında söz söylemek için sanki hep şeker yemişlerdir hayat boyunca. Sineleri, kristal bir aynadır, yaşadıkları toplumda.
Sonsuzluğun dolunayında; ışığın ışıkla çarpımından hızlı bir uçuşla yıldızlar arasında uçar gibi sonsuza dek yaşamanın keyfindedirler, şimdi.
Her nefeste uzay okyanusunda yakamozlar gibi dalgalar aşarlar, kazandıkları mekânda. Mekânın ufuklarını renk armonisi içinde sisli ve hızlı bir yıldız; mavi yörüngesiyle çizer kazandıklarının aşkına.
Ebruli manzarada kâinatın ruha dolan musikisini dinlerken ney'de perdesini arayan nefes gibi kendilerine ayrılan yeri ararlar ol güzellikler doruğunda.
'Bu muhteşem doruğa ulaşabilmek için gönül fatihi olmak gerekli,' diye seslenmiştir onlara aşk rehberi dünya münadileri. 'Aşk olgusunun saltanatıdır, buraya yüceliş. Hayatı çekilmez kılarken kirlilik, sürgüne gönderilirken aşk ve erdem; yüreğine konuk etmişsiniz, en kutlu sevdayı.' der, Gılmanlar, Vildanlar. Tutarlar elinden, çiçeklerden yapılmış altın tahtına oturturlar, mekân fatihini.
'Gariplerin çilesini soluyanların kokusu nergistir, burada!'
Dalları suya değen salkım söğütler altında neşe ve mutluluğun cümbüşüyle şen şakrak şarkılar söyleyen bir bölük ne kadar keyif verir gönül fatihlerine. Şarkıya maya tutturanlar; dünya evinde yaşarken yürek yuğan bir damla can suyu sunanlardır, şimdi bu güzide mekânda.
Ve bütün mekân konukları, eşlik edip sırlara bürünerek söyler, o şarkıyı. Gökler, renklenir ve büyülenir duyunca. İnsan denilen emanetçinin büyüsünü çözer, ol şarkının güftesi:
Bir kenarda bir garibi buldunsa
Bir kuş gibi yüreğine kondunsa
Dudağına bir damla su sundunsa
Umman olur, bir damla su; gül açar.