Güne başlamadan önce o günün bu kadar güzel olacağını tahmin etmemiştik. Hatta programa başladığımızda dahi diğer günler gibi bir gün geçireceğimizi düşünüyorduk.
Dostum, gazeteden arkadaşım Zeki Ordu Bey, bir gün önce beni aramış ve kendisiyle Bazlamaç'a gidip gidemeyeceğimizi sormuştu. Zeki Beyle çıkılacak gezinin hem zevkli hem de anlamlı olacağına inanıyordum. Bunu, birlikte yaptığımız gezilerden ve onun seyahat yazılarından biliyordum. Neredeyse Karadeniz Bölgesi'nin ayak basmadığı ilçesi kalmamıştı. Teklifini kabul ettirmeyecek bir programım da yoktu. Teklifine memnuniyetle “Evet” dedim.
24 Aralık Salı günü Zeki Bey, Ünye'den gelerek bir yakınını Samsun'a bırakmıştı. Görevi bittikten sonra tekrar Ünye'ye dönecekti. Samsun-Ünye arası 90 km idi. Bu kadar mesafeyi bir şey yapmadan kat etmek Zeki Bey'in anlayışına uygun değildi. Benim için hiç değildi!
Samsun dönüşü Zeki Bey beni Bilgi Gazetesi'nden aldı. “İstikamet Bazlamaç Köyü İlkokulu” diyerek yola koyulduk. Zeki Bey bu yoldan birkaç kere geçmişti. Ben, sanki bilirkişiymişim gibi, yine de geçtiğimiz yerleri Zeki Bey'e tanıtmaya çalışıyordum. Bir bilenin(!) deyişiyle, yine boş işlerle uğraşma alışkanlığım nüksetmişti.
Sabahleyin arabamın Trafik Sigortası ile ilgili olarak sigortacıma bazı bilgiler bırakmıştım. Tam Ahmetbey Köyü sapağını geçmiştik ki sigortacım aradı. Ona cevap verirken Kocaman- Bazlamaç sapağını geçtiğimizi ancak İnebeyli Camisi'ni görünce fark ettim.
Haliyle geri döndük. Zeki Bey, sola sapan ilk yola girecekti ki “Burası değil” dedim. Müşavere yapmaya fırsat kalmadan Zeki Bey önüne gelen ikinci yola saptı. İtiraz etmedim. Kristof Kolomb'un “Hep batıya gidersek, doğudaki Hindistan'a ulaşırız” dediği gibi, “Bu yolu takip edersek mutlaka Kocaman yoluna çıkacağız” dedim. Zeki Bey de bu görüşüme katıldı. Bir ilavede bulundu. “Ben yalnız gitsem yolu bulurdum. Sen bana yolu göstereceksin diye beklerken sapağı kaçırdık” dedi. Bu savunmaya da itiraz etmedim. Biraz sonra Kocaman yoluna çıktık.
Bazlamaç Köyü İlkokulu, gidiş yönümüze göre yolun solundaydı. Kısa bir rampadan okulun kapısına çıktık. Arabamızı, diğer araçların yanına park ettik.
Bugün, büyükşehir sınırları içindeki köylere, hatta bir zamanların kasabalarına dahi 'mahalle' diyorlar! Ben şu ana kadar hiçbir köye saygısızlık(!) yapmadım. Bilmem kaç asırlık tarihî köylere mahalle demek, zoruma gidiyor. Hele de Kocaman gibi yarım asrın kasabası, Bazlamaç gibi yirmi yıllık belediyelere mahalle demeyi kabul edemiyorum. Devletimizden, köylerin itibarının en kısa zamanda iade edilmesini talep ediyorum.
Okulun kapısında bizi müdür yardımcısı karşıladı. Sonra müdür odasına yönlendirdi.
Okul müdürü makamdaydı. Masasının üzerindeki isim levhasında adı yazılıydı: Harun RADİF. Soyadı, neden bildiğimiz haliyle Redif değil de Radif'ti, ben o konuya girmeyeceğim.
Harun Bey'e önce kendimizi tanıttık, sonra da tanıştık. Önceki Müdür İzzet Albayrak, kısa süre önce yaş haddinden emekliye ayrılmıştı. Çalışma yaşının 72'ye çıkarılması konusunda bir beklentisi varmış ama devlet oralı olmamış!
Harun Bey, “Ben Ambartepe Eroğlu İlkokulu müdürüydüm. İzzet Bey emekli olunca beni burada görevlendirdiler. Geçen hafta göreve başladım. Okulu yeni yeni tanımaya çalışıyorum” dedi.
Harun Bey, Hatay'ın Hassa ilçesindenmiş. Karadeniz'e gelmesinde depremin etkisi yokmuş.
Kocaman'ın ilkokul çağı çocukları da bu okula geldiği halde öğrenci sayısı ancak 110'u bulabilmiş. 1989-1990 öğretim yılında, üç mahalle ilkokulu ile birlikte Bazlamaç Köyü'nün ilkokul öğrenci sayısının 405 olduğunu düşünürseniz, aradaki büyük fark ortaya çıkıyor. Bu arada o tarihte ilkokulların beş sınıflı olduğunu da hesaba katmak gerekiyor.
Sadece Bazlamaç değil, Terme köylerinin hemen tamamının öğrenci sayılarında geçmişe göre dikkat çekici bir düşüş var. Bu mesele, bir akademik araştırma konusu gerektiriyor.
“Güzel bir Aralık Günüydü” dedik ama henüz günün güzelliğine değinmeye fırsat bulamadan sayfanın sonuna geldik. Kısmetse bu konuya gelecek hafta değinmeye çalışacağım.
Sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yıl diliyorum.