Eğitimci, şair-yazar arkadaşımız Ahmet Sezgin 2024 yılının bitimine ramak kala yeni bir eseriyle okuyucularına merhaba dedi.
Kitap yayınlanır yayınlanmaz ülke genelinde büyük ses getirdi. Eser, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2024 yılının en iyi hatıra kitabı; yazarı, hemşerimiz Ahmet Sezgin de hatıra türünde yılın yazarı ödülüne layık görüldü. Bu durum Ahmet Sezgin için olduğu kadar ilçemiz ve hepimiz için de büyük bir iftihar vesilesi oldu. Bizlere bu gururu yaşattığı için kendisine çok teşekkür ediyorum.
Ahmet Hocam: “Çok kıymetli eğitimci-yazar Selim Eroğlu Hocam'a selam, dua muhabbetlerimle…” notunu düşerek kitabını şahsıma imzalama lütfunda bulundu.
Bahsettiğim ödüllü eser, anı türünde ve “Kar Renkli Çocukluğum” adını taşıyor.
Eser iki bölümden oluşuyor ve yazarın köy-ilkokul, şehir-ortaokul dönemlerini yıllarını kapsıyor. Toplam 192 sayfa. Eser, metinlerin yanı sıra yazarın çocukluğunu aksettiren fotoğraflarla da desteklenmiş.
Eseri, elime ulaştıktan sonra kısa bir zamanda bitirdim. Okurken elimden bırakasım gelmedi. Bir anı kitabı olmasına rağmen bir roman kadar sürükleyici ve etkileyiciydi.
Yazar, güzel Türkçesi, etkileyici ve sürükleyici anlatımıyla kar renkli çocukluğunu bir filmin aksiyonu içerisinde anlatmayı başarmış. Her bölüme ayrı ayrı başlık atmış. Çok iyi gözlem yapmış. Yaşadıklarını, gördüklerini, bir şair-yazar hassasiyeti içerisinde yazıya dökmüş. Anlattıklarına ilaveten kendi çocukluğundan hareketle zamanıyla ilgili önemli tespitlerde bulunmuş. Eser, bu yönüyle bir mahallenin, bir köyün, bir şehrin, bir devrin gerçekçi romanı gibi. Bu yönüyle Ahmet Sezgin zaman ve mekân açısından büyük bir hizmet yapmış oluyor.
“Kar Renkli Çocukluğum”un benim açımdan da ayrı bir önemi var. Özel isimleri değiştirelim adeta benim çocukluğum ortaya çıkar. Bir gün çocukluk hatıralarımı yazarsam en büyük ilham kaynağım bu ödüllü eser olacak.
Çünkü Ahmet Hocam'la tevellütlümüz aynı. Yaşadıklarımız hemen hemen benzer. Aynı ırmaktan su içmişiz, aynı suda çimmişiz, benzer hayatı yaşamışız. Aynı ırmağın üst tarafında ben, alt tarafında o.
Çocukluğumda beş-altı arkadaş kendi başımıza denize gitmeye karar verdik. Bize dediler ki bu Kocaman Irmağı denize dökülüyor. Irmağı takip ederseniz denize ulaşırsınız. Biz de öyle yaptık. Irmağı takip ederek Kocaman, Hüseyinmescit, Üskütü, Arımdere derken Miliç'te denize kavuştuk. Denizi görünce Ergenekon'dan çıktık diye sevinçten nara attık. Denize giderken muhtemelen Ahmet Sezgin'lerin evinin önünden geçerken kendisine selam vermiş olma ihtimalimiz var.
Anlattıkları beni çok etkiledi. Samimi ve içten anlatım bütün benliğimi sardı. Anlatılanlara sadece bir şahsın anıları gözüyle bakmak emeğe saygısızlık olur. Bu , bizim insanımızın, masum Anadolu insanının, bir devrin, bir toplumun yaşadığı değişimin ve gelişimin yazıya dökülmüş hali.
Ortada kabuğunu kırmak isteyen çok sağlam bir aile yapısı var. Ailesine çoluk-çocuğuna daha iyi bir gelecek sağlamak için gurbetin yolunu tutan fedakâr bir baba, dört evladını milli-manevi değerlere bağlı yetiştirmek için saçıcı süpürge eden çilekeş bir anne, birbirine kaynaşmış, okumak, kabuğunu kırmak, büyük adam olmak için her zorluğa göğüs geren azimkâr dört kardeş, sağlam temellere oturmuş komşuluk, akrabalığın hakkını veren geniş bir sülale… İşte memleketin mayası ve çimentosu.
M. Akif'in : “Yurdumun üstünde tüten en son ocak,” dediği bu ocak olsa gerek.
Kitabın 16. sayfasında geçen şu satırlar Ahmet Hocam'ın, benim, bir devrin ve eserin özeti gibi:
“Ayakkabılarımız delik, elbiselerimiz yamalı, okul önlüğümüz soluk, kitaplarımız eski, toplarımız patlak, lambalarımız gazlı, camımız kırık, yollarımız çamurlu, paralarımız bozuktu ama evlerimiz sıcak ve gül kokulu, kalbimiz temiz ve mahzun, annelerimiz fedakâr ve merhametli, babalarımız çileli ve sabırlı, oyunlarımız doğal ve renkli, döşeklerimiz yünlü, yastıklarımız gül desenli, kardeşliklerimiz samimi, umutlarımız diri, hayatlarımız anlamlı, dillerimiz dualı, gönüllerimiz huzurlu idi.”
Kim okur bilmem ama bizim neslin bu eseri mutlaka okuması gerekir.