Dersin bitmesine on dakika vardı. Yaşar elinde siyah bir poşetle yanıma yaklaştı:
–Hocam bu kestaneleri satmaya gidebilir miyim?
Önce elindeki poşete, sonra yüzüne baktım.
–Satacağın kişi belli mi?
–Evet hocam.
–Tamam peki; kaçtan veriyorsun bunun kilosunu?
–Bir buçuk…
–Hadi git o zaman. Ha, eve gidince yine toplarsan yarın da bana getir olur mu?
–Olur hocam…
Yaşar kendi halinde, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan sessiz sakin bir çocuk. En azından ben öyle tanıyorum. Köyden servisle okula gelmesine rağmen çoğu zaman sınıfta görülmez. Kim bilir, belki de köyden bir şeyler getirip onları satmak için uğraşıyordur.
Sonraları diğer sınıflarda bir iki kardeşinin daha olduğunu öğrendim. Kıyafetlerine bakılırsa oldukça fakir görünüyorlardı. Ondan kestane istemekle bir yandan Yaşar'a yardımcı olmayı düşünürken diğer yandan da evine başka yerden alacağı bir eksiği gidermiş olacaktım.
İlk zamanlar bir iki dersime girmeyip çarşıya kaçınca onu yanıma çağırıp sordum.
–Niçin derse girmiyorsun Yaşar?
–Hocam bazen çarşıda işlerim oluyor.
–İşin varsa izin istesene be evladım! Gerekirse biz göndeririz seni. Bundan sonra izinsiz çarşıya kaçmak yok tamam mı?
–Olur hocam.
Yaşar sözünde durdu. Ondan sonra çarşıda işi olduğu zaman bizden izin aldı. Onu gönderdik. Zaten ne maddi ne de kapasite olarak ilerisini okuyacak durumu yoktu. Böyle öğrencilere birkaç güzel davranışın yanında bir de okumayı yazmayı öğretsek kâr sayılırdı. Büyüğüne küçüğüne nasıl davranılacağını bilsin, adını soyadını yazıp bir de imzasını atabilsin; toplum içinde bir iki düzgün cümle kurabilsin yeterdi.
Ertesi gün yataktan kalkıp penceremin tüllerini çekerken bir de baktım ki Yaşar bir arkadaşıyla birlikte dışarıdan bana bakıyor. Galiba eve gelmeye çekiniyor, benim evden çıkmamı bekliyordu. Elimle yukarı gelin işareti yaptım. Yaşar merdivenlerden mahcubane bir şekilde çıkarak kestane poşetini elime uzattı.
–Hocam ancak bu kadar toplayabildim, ağacın dibinde fazla yoktu.
–Olsun, bir dahaki sefere daha fazla toplarsın. Şimdi siz okulun bahçesine gidin, ben birazdan geliyorum.
On dakika sonra okulun bahçesine indiğimde Yaşar'ı kapının yanlarında dolaşırken buldum. Yanıma çağırıp elimi omzuna koydum.
–Söyle bakalım Yaşar, ne kadar istiyorsun bu kestaneler için?
–Hocam bir milyon verseniz yeter.
Cebimden iki milyon çıkarıp verdim. Yaşar bir milyonu geri uzattı.
–Hocam küserim bak!..
Onun bu sözü hoşuma gitmişti.
–Koy o parayı cebine! Sonraki sefere biraz daha fazla kestane getirisin ödeşmiş oluruz.
Yaşar parayı cebine koyarken aklına yeni bir şey gelmiş gibi yüzme baktı.
–Hocam size elma da getireyim mi?
–Yok be Yaşar! Evde bayağı elma var. Hele bitsin de bakarız. Ama kestane toplarsan getir tamam mı?
Yaşar mutlu bir şekilde yanımdan uzaklaştı.
Sonraki haftalarda Yaşar birkaç gün okula gelmedi. Devamsızlık uzayınca merak etmeye başladım. Kimse niçin gelmediğini tam olarak bilmiyordu. Yapılan yorumlar genelde aksiliği yüzünden evden kaçtığı görüşünde yoğunlaşıyordu.
Cuma günü yanıma alt sınıflardaki öğrencilerden biri gelerek:
–Ayşe sizinle görüşmek istiyor hocam, dedi
Diğer öğrencilere gözlerimle gidebilirsiniz işareti yaptım. Sonra önümdeki bu küçük kızı baştan aşağı şöyle bir süzdüm.
Ayağında hayli eski bir ayakkabı vardı. Okul formasını büyük ablalarından birinden aldığı anlaşılıyordu. Saçları belki de günlerdir tarak yüzü görmemişti. Üstündeki bütün bu sönüklüğe rağmen gözlerinin derinliklerinde yanan bir ışık görüyordum. Elindeki poşet neden sonra dikkatimi çekti. Poşeti mahcup bir şekilde elime uzattı.
–Öğretmenim bu sizin.
–Ne var bunun içinde?
–Kestane…
Öylece donup kaldım. Bu küçük kızın bana neden kestane getirdiğini düşünmeye başladım.
–Öğretmenim, abim bunu sizin için toplamıştı.
–Abin kim senin kızım?
Başını önüne eğdi.
–Yaşar…
Yaşar nerede dememe fırsat vermeden bir çırpıda yanımdan uzaklaşıverdi.
Elimde kestane poşeti, yanımdan fırlayıp giden bu küçük kızın ardından bakakaldım…