Sonsuz Nur Hz. Muhammed, yeryüzünde yürüyen bir şehirdi. Koca kâinat, O'nda dürülmüştü. Çünkü İnsan, zübde-i âlemdi, yani varlığın özüydü. O halde insan da, yürüyen bir şehirdir. İlim, irfan, iman ve ihsan erlerinin kurdukları şehirler, dirilen şehirlerdir.
Yaratılış sırrına eren, sahibini bulan şehirlerdir.
Ve Kâbe…
Bu şehirde Kâbe, gözlerde öyle bir hakikat ki, maddeye bürünmüş şekliyle latif manaların en yakıcısı bir odak noktası. Allah'a mekân ittihaz edilmez ama onun adı; Müslümanların dilinde 'Beytullah' halini almış.
İslam tarihini bir nebze biliyorsanız, Kâbe'nin çevresinde dolaşırken aklınıza bir zamanlar içinin putperestlerin putlarıyla doldurulduğu günler gelir. İçi putlarla doldurulsa da o zamanlar bile Kâbe, yine gözlerde aziz ve muhterem bir mekandır.
Her yıl milyonlarca Müslüman'ın su misali aktığı bu yer için Yüce Allah buyuruyor:
'Biz, İbrahim'e Mükerrem Ev'in yerini göstermiştik. Demiştik ki; Bana hiçbir şeyi ortak koşma, evimi tavaf edenler için, Mekke'de kalanlar için, rükû ve secde edenler için temizle. İnsanları hacca çağır. İster yaya olarak ister develere binerek gelsinler.'
Kâbe, gözlerde öyle bir nur ki; bir nokta istikametinde kâinatı toplayan bu nur, hiç durmadan Mekke dairesinde parıldayıp durmaktadır. Bu Rahmani esrarın tecelli merkezine doğru göklerden çekilen okun hedefi Kâbe, yeryüzü hakikatiyle ilahi hakikatler arasında adeta bir geçit noktasıdır, bir kutlu köprüdür.
Kâbe, göz planında da Mekke şehrinin merkezi ve kalbidir. Zemzem kuyusu çevresinde halkalanıp arka arkaya sıralanan çatılarıyla diş diş, tırtıl tırtıl inişli-çıkışlı sıra dağların ve tepelerin en alt gediğine oturtturulmuş bir büyük kutsî noktadır. Kuşbakışı bakarsanız; sanki bu tepeler de toplanıp şehre doğru koşuşmuş ve onunla birlikte Mekke'yi cendere içine almıştır. Kâbe'ye Mekke'nin birçok cadde ve sokağı açılmaktadır.
Kâbe'de tavaf yaparken yeryüzü Müslümanlarının hemen özeti yansıyor kaleminize. Dünyanın dört bir yanından umre ziyaretine gelenler, Beytüllah'ın tavaf mahalline, hareme, mescidin içine, caddelere, sokaklara ve ötelerle sığmıyor.
Mescid-i Harama tam otuz beş giriş kapısı inşa edilmiş.
Gözüme bazı insanlar ilişiyor. İri yarı insanlar. Sarıkları da kendileri gibi iri yarı… Ya Sudan'dan gelmiştir, ya Afganistan'dan.
Az ilerliyorsunuz, Pakistanlılar, Bangladeşliler, Hintliler.
Az sonra Endonezyalılar ilişiyor gözlerinize. Renk renk insanları görünce yüreğiniz kabarıyor, gözleriniz yaşarıyor. Kimilerinin başında Osmanlı fesi bile görebiliyorsunuz.
Endonezya'nın kadınları çok narin yapılı… Çok medeni ve bilgi yüküyle gelmişler. Ellerinde kitaplar, oturuşlarına, insanları incitmeyen yürüyüşlerine hayran kalıyorsunuz. İslam'ı ve Müslüman'ı onların hal ve hareketlerinde, kılık kıyafetlerinde, davranışlarında görmek daha bir yürek kabartıcı geliyor, bana.
Tavaf esnasında bazı gruplar görüyorsunuz¸liderlerinin söylediklerini yüksek sesle tekrarlıyorlar. Liderleri ya ezberden okuyor yahut kitaptan. Düzenlerine, ahenklerine, ulviliğe kapılışlarına hayran kalmamak mümkün değil.