Karadeniz'i karış karış gezmeye karar verdiğimizden beri birçok yeri dolaştıktan sonra; 2024 yılının mayıs ayında sıra Rize'ye gelmişti.
İkamet ettiğimiz yer Ordu'nun Ünye ilçesi olduğundan Rize'ye gidene kadar iki yerde konaklamak icap ediyordu. Yoksa adı geçen şehre giderken geçtiğimiz diğer yurt köşelerini görememiş olacaktık.
Giresun'un Tirebolu ilçesi ile Trabzon'un Çaykara ilçesinde konakladıktan sonra; Rize iline İkizdere ilçesiyle başlamayı planladık.
Merkez dâhil ilçeye sahip olan Rize'nin en geniş topraklarına İkizdere sahipti. Yazımızın başlığı olan Kura-i Seba yedi köyler anlamına gelip bir zamanlar buraların ismi imiş. Bu konu üzerinde şimdilik durmayacağım. Çünkü hem coğrafi, hem tarihi, hem idari ve hem de sosyolojik açıdan kısa bir yazı konusundan daha çok şey ifade eden bir yer.
Rize'nin
İlçesinden dördünün isminde “dere” kelimesi bir şekilde yer almış. Batı tarafından Rize iline İyidere ile giriş yapılıyor. Daha sonra güneye doğru Kalkandere ve İkizdere yer alıyor. İyidere'nin doğusunda ise Derepazarı ilçesi var. Yani “dört dereler” diye tabir edeceğimiz bu ilçelerden İyidere ilçesi hem Kalkandere'ye hem de Derepazarı'na komşu.
Bizim konumuz İkizdere. Adı geçen ilçemiz, Çamlık ve Cimil derelerinin birleştiği yerde kurulmuş. İkizdere son ismini bu derelerden almıştır. Diğer Karadeniz illerinde olduğu gibi yükseklerinde yaylalar bulunur. Arkeleç Yaylası, Çağırankaya Yaylaları, Ovit Yaylası en tanınmış olanlarındandır.
İyidere Deresi yani İkizdere Çayı; Rize ilinin İkizdere, Kalkandere ve İyidere ilçeleri ile Trabzon ilinin Of ve Hayrat ilçelerinin arasından geçerek Karadeniz'e ulaşır.
Şehre ulaştığımda saat dokuz sularıydı. Önce taşıtım ile şehrin merkezini birkaç kere dolaşıp, sonra aynı yerleri yaya olarak gezdim. Sonra son zamanlarda özellikle büyük ile ve illerde görülmeyen ve isminin bir yerinde “Lokanta” yazan bir yere gittim. Artık lokanta ismi de tedavülden kalkmak üzereydi “Cafe” adı verilen nevzuhur adlandırma her yeri işgal etmiş gibiydi. Neyse bu mevzuu bahsi diğer olarak kabul edip şehre geri dönelim.
Şehrin merkezinde bulunan caminin ve şadırvanının dış cephesi mozaik ile kaplıydı. Karayolu üzerine kurulmuş bir cadde üzerinde yer alan şehir Anadolu'da sık gördüğümüz mütevazı yerlerden biriydi. Zaten şehrin ana caddesini bir baştan bir başa on dakikada yürüyerek geçmek mümkün.
Sonra daha geniş bilgi almak için belediyeye uğradım. Başkan bey yerinde yoktu. Ben “Kültürel işlerle ilgilenen kim?” diye sorduğumda şu an ismini hatırlayamadığım bir bayanın yanına yolladılar. Kısa süre sonra meramımı anlattım. Tabii bu gibi yerlerin en büyük derdi göç.
Öğrendiğime göre yerliler de işleri biraz hafifletmişler. Eskiden her hanede iki veya üç inek bulunurken şimdi neredeyse her mahallede üç veya dört inek ancak varmış bu da gelir kaynaklarından azalma anlamına geliyor.
Gençler vatandaşların izahatına göre buralardan “Kurtulmak!” gayesi ile okuyor ve buradan ayrılan daha geri dönmüyormuş.
Bu vaziyetin; sosyal, kültürel ve ekonomik sebeplerini de kaleme almak ilçe hakkında teferruatlı bir çalışma yapmak demek oluyor ki buna ne yerimiz ne de zamanımız müsait değil.
Daha sonra Kura-i Seba köprüsü üzerinde hatıra fotoğrafı çekip ilçenin tanınmış şelalesi olan “Manle Şelalesi” ziyaret menzilimize girdi. Dar ve toprak bir yoldan otomobil ile şelaleye çıkmaya çalışırken yolun yer yer dar olması ve iki aracın geçmesini zor olması beni biraz ürkütse de Manle Şelalesi'ne vardım. Tabi bir vatandaşımızın kendi otomobiline yol kenarında yaptığı tek kişilik oto park yeri dikkatimizden kaçmadı.
Ancak bir aracın geçeceği yerin vadi tarafındaki boşluğa betondan döküm dediğimiz yer yapıp bir tarafının karaya; boşluktaki tarafına da demir bir sütunla yüksekliği belli olmayan zemine tutturarak sanki boşluktaymış gibi duran bir yeri kullanılır hale getirmiş.
Ne yapacaksınız? Karadenizli pratik zekâsı işte.
Devam edecek…