Bu yazıda Kastamonu'nun Küre ilçesinden bahsetmek istiyorum. Ancak başlığı Küre-i Nuhâs vermemin kendimce sebeplerim var.
Ben Arabi ilimlere vakıf biri değilim. Arapça bilmem. Ancak Latin alfabesine göre yazılmış lügatlerde “nuhas” kelimesi “bakır” olarak tercüme edilmiş. Biz de bu vesile ile en azından bu kelimeyi öğrenmiş olduk.
Birazdan bu bahse geleceğiz. Önce Küre ile ilgili birkaç kelam etmek istiyorum.
***
Kastamonu'nu Devrekâni ilçesinden Küre ilçesine vasıl olmak için yola revan oldum. Devrkani ile daha önce yazmıştım ama yine yazmak lazım. Öyle ki II. Murat oğlu sonradan “Fatih” unvanı alacak olan II. Mehmet için gelin aldı o ilçeden. Şu anda konumuz küre…
Devrekâni ile Küre arası yaklaşık 50 km civarında. Yani taşıt ile bir saate yakın bir yolculuk gerekiyor. Yola çıktıktan az sonra yer yer vadilerle karşılaşıyorsunuz. Dünyaca ünlü “Vela kanyonu” Küre sınırlarına kadar ulaşıyor. Sonra birbirine uzak tepeler betaber geçiriyor günlerini.
Yolculuk esnasında her yerde durup etrafı seyre dalmak istiyor insan. Sanki dipsiz bir derinliğe açılıyor Küre dağlarının arasından gökyüzü.
Ve Ersizler Köyü ile Ersizlerdere Köyü sınırlarından geçiyorsunuz. Bu köy önce Ersizler Köyü olarak kayıtlara geçerken sonra bölünüp iki köy oluyor. Peki, bu yazıda işi ne? Yazayım…
Ersizler Köyünden Kurtuluş Savaşına katılan asker sayısı tam 38 kişi. Vatan müdafaası için gidiyorlar cepheye. Ancak hiçbiri dönmüyor geri. Hepsi de şehit oluyor. Köyde hiç erkek kalmıyor bir ara bebekler ve sabiler hariç. Köyün ismini “Ersizler Köyü” veriyorlar tarihe şahitlik etsin diye.
Biz gezip tozuyorsak o cephede can veren; sağ kalmışsa kan veren kişiler sayesinde oluyor. Onları hatırlamamak vefasızlık hatta nankörlük olur. Ülke “Bugün böyleyse” onların canlarıyla ödediği bedel sayesinde.
Şimdi Ersizler Köyü ve Ersizlerdere Köyü olarak sürdürüyor mevcudiyetini. Günümüzde o iki köyde bizzat dedesi hatta babası şehit olmuş insanlar yaşıyor.
Zaman geçiyor Küre merkezine doğru yol alıyorum. Durup durup fotoğraf çekiyorum. Sonra uçsuz bucaksız vadiler arasından tarihe yolculuk ediyorum.
Küre dağlık bir alana kurulmuş. Düzlük yok denecek kadar az. İşte o az bulunan yerlere binalar yapılmış. Evleri tarihten fırlamış gibi.
***
Fatih Sulatan Mehmet tahta geçer geçmez İstanbul'u fethetmeyi hayal etmiş hep. Bu hayalini gerçekleştirmek için askeri, siyasi, ekonomik ve manevi bütün yönleriyle planlar yapmış. Fetihte kullandığı topların büyük bir kısmının bakırları Küre ilçesinden gitmiş. Fatih; o topların üzerine Küre-i nuhas yazdırmış. Dedim ya Latince yazılmış lügatlerde “Küre bakırı” anlamına geliyormuş.
Fetihten sonra Küre'ye teşekkür babından bir cami yaptırmış. Şu an resmi ismi “Hoca Şemsettin Camii.” Kitabesinde ise Hoca Şemsettin yazısının altında parantez içinde “Akşemsettin” yazıyor. Manidar bir durum! Buradan bu konuya girmek ne kadar münasip olur bilmiyorum ve bu bahsi geçiyorum.
Hoca Şemsettin Camii 1473 yılında yapılmış. Günümüze kadar ayakta kalmış. Halâ hizmet veriyor. Her ne kadar 1920 yılından sonra yapılan bazı binalar metruk hale gelmiş olsalar da bazı eserler böyle asırlara şahitlik edebiliyor.
Yani Küre, sadece bir ilçeden ibaret değil. Bu yazı burada bitmez. Galiba birkaç kelam daha etmek gerekecek. Yerimiz bu kadar müsaade ediyor. Öyle ya “müsaade” olmadan “fesada” uğrayabilir insan.
Söylediklerimiz “ifsat” olmadan burada bitirelim.
Nuhas… Mühim bir element. Fenciler bilir…