Bu hastalığın adına ilk önce ünlü hikâyecimiz Ömer Seyfettin’in meşhur “Kaşağı” adlı hikâyesinde rastlamıştım.
Kaşağı’da suçu işleyen yazarın kendisidir ama babasından korkusuna suçu kardeşi Hasan’ın işlediğini söyler. Babası da doğru bir yargılama yapmadan sekiz yaşındaki oğlunu cezalandırır. Ceza, bir yıl evden dışarıya çıkmamaktır. Bir zaman sonra zavallı Hasan amansız bir hastalığa yakalanır ve ölür. Hasan’ın ölümüne yol açan hastalık ‘’kuşpalazı’’dır.
Öğrencilerin dikkatini çekmiş olmalı ki ‘’bu “kuşpalazı” nasıl bir hastalık ki zavallı Hasan’ın ölümüne sebep oldu diye” sual ettiler. Haliyle ben de bilmiyordum, beraberce araştırıp malumat sahibi olmuştuk.
Salgın döneminde, Reşat Nuri Gültekin’in meşhur eseri “Çalıkuşu” romanını yeniden okudum. “Kuşpalazı” hastalığı orada da karşıma çıkmasın mı? Burada da yine zavallı bir çocuk –Munise- bu hastalıktan son nefesini veriyor.
Nedir bu hastalık ve neden hep aynı dönemin eserlerinde yazarlarca konu edilmiş?
Kaşağı da Çalıkuşu da hemen hemen aynı dönemlerde kaleme alınmış. Yokluk, kıtlık, sefalet ve savaş yılları. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın olduğu zamanlar. Necip milletimiz bir yandan düşmanlarla savaşırken bir yandan da açlıkla, sefaletle ve hastalıkla mücadele etmiş.
Çalıkuşu’nda Feride Bursa’nın Zeyniler köyünde öğretmenlik yaparken sefil bir hayat süren, ailevi sorunları olan sekiz yaşındaki öğrencisi Munise’yi evlat edinir. Ona kendi evladı gibi bakar. Bu durumdan Feride de Munise de memnundur. Feride, Munise’yi Bursa’dan sonra görev yaptığı, Çanakkale’ye, İzmir’e ve Kuşadası’na götürür. Kuşadası’ndayken savaş patlak verir, okul hastaneye çevrilir. Feride, öğretmenliğin yanı sıra hemşirelik yapar. İşte kızım dediği ve bağrına bastığı Munise burada “kuşpalazı” hastalığına yakalanır. Ne yaptılarsa da kurtaramazlar. Munise bu illet hastalıktan ölür.
İki zavallı çocuğun ölümü ve kuşpalazı.
Kuşpalazı bir zamanlar, aynen bugün olduğu gibi -Korona gibi -salgın bir hastalıkmış. Nice zavallı çocuk bu hastalıktan ölmüş. Nice anne-babanın boynu bükük kalmış. Zaman sonra aşısı bulunmuş ve hemen hemen kökü kazınmış. Ortadan kalktığı için de günümüzde halk arasında pek bilinmez olmuş. Sadece romanlarda, hikâyelerde kalmış. İnşallah hep orada kalır da bir daha hortlamaz, günümüz Hasanlar’ını, Muniseler’ini kaybetmeyiz.
Kuşpalazı, çoğunlukla çocuklarda görülen, burun, boğaz, yutak çeperine yerleşen mikropların yol açtığı bulaşıcı hastalık olarak tanımlanıyor. Tıptaki yeni adı “difteri” imiş.
Kuşpalazı kelimesinin nesini beğenmediler de difteri dediler anlayamadım. Difteri deyince başımız göğe mi eriyor ya da hastalık ortadan mı kalkıyor?
Bakın, halkımız, benzetme yoluyla hastalığa ne güzel Türkçe isim bulmuş. Çok da güzel yakıştırmış. İnternette biraz araştırma yaptım. Bu hastalık boğazda, ağızda şişkinlik ve acayip bir kızarıklık meydana getiriyor. Görüntüleri var. En büyük belirtisi, görüntüsü. Tıpkı kuş palazlarının renkli görüntüleri. İşte bu görüntüden ve renginden dolayı yakıştırma yoluyla hastalığın adına “kuşpalazı” demişler. Hastalık iyi değil ama adı güzel.
Tıpkı vereme “ince hastalık” kansere “amansız hastalık” denilmesi gibi.
Türkçemiz zengindir ve halkımızın muhayyilesi geniştir. Tabii mecrasında çok güzel isimler ortaya çıkıyor.
Müdahale edince ve taklitçi anlayışla kuşpalazı, difteri oluyor. Oluyor da, bu isim değişiklikleri hastalıkları ortadan mı kaldırıyor? Ne gezer?
İşte durum ortada. Hiç olmazsa hastalıklarımızın adı Türkçe olsun.