Psikolojik hastalığı olmayan, depresyona girmeyen kaç kişi var günümüzde? Mutlu olmanın sırları nedir? Her iki dünyada mutlu olabilmek için Müslümanca inanmak, düşünmek ve hayatın gayesini bilerek, fıtrata uygun ve şuurlu yaşamaktır. Bir “aşk medeniyeti eri” olarak “yürek fethi”ni gerçekleştiririp hakiki “yürek devleti”ni kurabilmektir.
Mutluluk; dertsiz ve sıkıntısız olmak değildir. Dert olmadan sevincin anlamı anlaşılamaz ki. Bu dünyada dertsiz hayat olamayacağına göre net, pürüzsüz mutluluk da olamaz. İnsan, dertlerin imtihan olduğunu unutmayıp sabrederek, güzel bakarak iç huzuru yakalayamaz mı?
Suni ihtiyaçlarımızı azaltıp kanaatkâr olalım. İçimizdeki boşluğu doldurabilmek ve stres atabilmek için eşyaya fazla sevgi besleyip “tüketim esiri” olmayalım. Sekülerleşme (dünyevileşme ve manevi dünyayı hayat alanımızdan çıkarma) hastalığına yakalanmayalım. Maddi zenginlikten ziyade manevi zenginlik ve iç huzurda arayalım mutluluğu.
Mal, makam, şöhret, şehvet, tüketim, sefahat, gurur, kibir, kıskançlık hastalıklarını yok edemeden asla mutlu olamayız. Manevi konularda kendimizden iyi olanlara gıpta edip daha kâmil olmaya gayret etmemiz gerek. Cinnete gebe aklımızı cennete ayarlı ruhumuzla dost olmaya çağıralım. İnanmak, ümit etmek, sevmek, sabretmek ve şükretmek gibi saadet yoktur. Gül Peygamberin yaşadığı döneme “asr-ı saadet” denmesindeki hikmet neydi?
Allah (cc) için insanlara yardım edip güzellikleri ibadet aşk ve neşesiyle paylaşalım. İnsanlara, hayvanlara, tabiata faydalı olalım. Madde ile mana dengesini, iç ile dış, dünya ile ahiret, sevgiyle nefret, cömertlikle cimrilik, fert ile cemiyet, çalışmayla dinlenme dengesini iyi kuralım. Cennet hayali, cehennem korkusu ile yaşayalım.
Ölmüş köpeğin beyaz dişlerinde bile bir güzellik bulan Gül Peygamber’in ümmeti olduğumuzun idrakine varalım. Karşımızdakilerle empati (duygudaşlık) kuralım. “Sevgi paylaştıkça çoğalır; dertler ise paylaştıkça azalır.” hakikatini unutmayalım.
Geçmişin tecrübelerinden ders çıkaralım, geleceğe umutla bakalım ama içinde bulunduğumuz zamanın hakkını verip kıymetini bilelim. Ân’ın farkına varıp an içindeki güzelliklerin, mutlulukların, sevinçlerin, nimetlerin tadını çıkaralım. Ertelemeyelim mutluluklarımızı ve sevgilerimizi.
Beton binaların arasından, şehrin gürültüsünden ara sıra kendimizi tabiatın; toprağın, ırmakların, denizlerin, dağların, yaylaların, çiçeklerin ve kuşların koynuna atalım. Geceleri başımızı televizyon ve internetten kaldırıp yıldızlara ve aya selam verelim. İnsan ve kâinat kitabını irfanla okuyalım. Her gece ruhumuzun ve sessizliğin musikisini dinleyelim.
Sahi, eşinize, çocuklarınıza, annenize, babanıza ve kardeşlerinize en son ne zaman “Seni seviyorum.” demiştiniz? Sevdiklerinize ne zaman hediye almıştınız? En son kimden özür dilemiştiniz? Komşunuza ne zaman selam verip hal hatır sormuştunuz? Ne zaman bir yetim çocuğun başını okşamıştınız? En son fakir ve sahipsiz bir hastayı ne zaman ziyaret etmiştiniz, hatırladınız mı? Ay vaktinde sonsuzluk hülyasına huzurla dalıp yıldızlara ne zaman göz kırpmıştınız?