Çok sevdiğim Nenem hakkında yazmış olduğum yazıya ziyadesiyle yorumda bulunanlar oldu. Cümlesi Nenem'in iyiliğinden bahsetmişler. Allah razı olsun.
Yorumlardan birisi var ki beni bu yazıyı yazmaya mecbur etti; yazmasam bir şeyler eksik kalacaktı.
Nenem'i en az benim kadar seven kadim dostum Mehmet Azak: “Çok vefalı davranmışsın, lakin eksik yazmışsın, Nenen bir yazıya sığacak insan değildi” deyince tekrar kaleme sarılışım ondan.
Muhterem Nenem vefat edeli tam otuz yıl oldu. Otuz yıl sonra bile tüm tazeliğiyle hatırlanabiliyorsak şöyle bir tefekkür etmek lazım. Biz ne olacağız acaba? Bizi, vefatımızdan kaç yıl sonra hatırlayan olur? O halde üzerimizden yıllar geçse de hayırla yâd edilecek sâlih ameller yapmak lazım.
Nenem'in en büyük özelliği tatlı dilli ve güler yüzlü olmasıydı. Yedi kat yabancıya bile güler yüzlü ve tatlı dille muamelede bulunurdu. Daima hakkı ve sabrı tavsiye ederdi. Kapısı ardına kadar açık olurdu. İnsanları sabırla ve suhuletle dinler, elinden geldiğince hal çaresini bulmaya çalışırdı. Hasta gelen, şifa bulur giderdi. Bir nevi günümüz tabiriyle insanlara terapi yapardı. Bazı insanların konuşmaları bile şifadır. Nenem, bu tür insanların başta gelenlerindendi.
Nenem ömrümün sonuna kadar çalıştı, üretti. Onun lügatinde emeklilik diye bir kavram hiç olmadı. Çalıştıkça, ürettikçe huzur buldu, mutlu oldu. Hayattan hiç kopmadı. Emekçi kadın deyince ben nenem'i bilir, nenemi tanırım.
Bizler Nenem'in dediğini yapmak, işime koşmak için can atar, adeta yarışırdık. Nenemin işini yapmak bize haz verirdi. Niye böyleydi acaba? Yine işin sırrı Nenem'de.
Nenem, mahiyetinde çalışanın, kim olursa olsun, bedelini alın teri kurumadan verirdi. Emeğe, emekçiye büyük hürmet ederdi. Bazen baştan söylediği olurdu. “Şu işimi yap, sana bir teneke fındık vereceğim” der ve dediğini de mutlaka yerine getirirdi. Çalıştırdığı kişinin karnını mutlaka doyururdu. Misafire, bilhassa çalışana “aç mısın” diye sormazdı, “buyur sofraya” derdi.
Nenem talebe okutmaya adamıştı kendini. Torunlarından, tanıdıklarından, etrafından, tavsiye edilenlerden okuttukları vardı. Okuttuğu talebelerin bütün masraflarını hayata atılana kadar karşılardı. Karşılıksız olduğuna göre kredi değil burs verirdi. Her ne kadar verdiğine burs denildiğini bilmese de.
Talebe okutmanın sadaka-i cariye olduğuna inanmıştı bir kere. Yaptığı işten sonsuz mutluluk duyardı. Okuttuğu talebelerin başarısını gördükçe saadeti, hayata bağlılığı daha da artardı.
Bir nevi sponsorluk müessesi kurmuştu. Vakıf insandı. Kendini hayırlı işler yapmaya vakfetmişti adeta. Birden fazla talebenin en az on yıl bütün masraflarını üstlenmek büyük bir fedakârlık ve sabır gerektirir. İşte Nenem bunu başarıyordu. Biz olsak yarı yolda pes ederiz. Olmadı, başa kakarız.
Nenem belki de neslinin son örneğiydi. Bir devir, bir defter kapandı gibi geliyor bana. En iyi yatırım, insana yapılan yatırımdır. Kaldı mı günümüzde bu şekilde insana yatırım yapan? Ben göremiyorum.
Köyün merkezinde Kur'an Kursu vardı. Rahmetli dedem Sarı Hoca da orada talebe yetiştirmiş. Talebeler sırasıyla ezan okurlardı. Her ezanı başka başka talebe okurdu. Nenem, ezanı can kulağıyla dinler, çok hoşuna giderse hemen sıcağı sıcağına ödüllendirirdi. En yakınında kim varsa: “ Al şu parayı o ezanı okuyan talebeye ver” derdi. İnanın talebeler harçlığın etkisiyle ezanın hakkını vermek için kendi aralarında yarışırlardı.
Bugün bizim sülaleden kim okumuşsa üzerinde Nenem'in büyük hakkı vardır. Bu, inkâr edilemez bir gerçektir. Ben kendi başıma okudum diyen doğruyu söylememiş olur.
Başta âcizane ben.
Bugün eli kalem tutan eğitimci bir yazarsam bunda Nenem'in maddi- manevi desteği büyüktür. Vefasızlık yapamam.
Şimdi sıra bizde.
Onlar kadar olmasak da karınca misali tarafımız belli olsun yeter.
Sıra bizde kadim dostum Hacı Mehmet.
Haydi hayırda yarışalım.