Öğretmenleri gününün hemen ardından olması hasebiyle bu haftaki yazımda ilim irfan, eğitim-öğretim ve bakış açılarımız hakkında birkaç söz etmek isterim.
Öğrencilerimizin eğitiminde hep öğretimi esas aldık ama eğitimi ile ilgilenmeyi, onu gerçek anlamda bir insan olarak yetiştirmeyi hep sonraya bıraktık. Ama sonraya bıraktığımız eğitimden uzak kalmış öğrencilerimiz sonra büyüdüler. İnsanlara uzak, yaşlısını azarlayan doktorlar, sevgiyi saygıyı bilmeyen mühendisler, selam vermeyi bilmeyen meslek erbapları, dünyayı kendinden ibaret zanneden insanlar, vatanına ihanet eden askerler oldular.
Demek ki önce insan eğitimi sonra öğretim gelmesi gerekir. Sadece iyi test çözen değil aynı zamanda ahlak ve ilim irfan sahibi, vatanına, milletine, milletinin kutsal değerlerine bağlı insanlar yetiştirmek her şeyden önce geliyor olsa gerek.
Öğretmenler günü dolayısıyla eğitim ve eğitimcilerin öncelendiği şu günlerde yukarıda kısaca bahsettiğin insanlık değerlerini iliklerine kadar işlemiş ve hayatında yaşamış ve uygulamış atalarımızın öğretmenlerine ilim irfan sahiplerine verdiği önem ve kıymetlerden örnek verip tarihte bu anlamda yaşanmış hikâyelerden örnek vermeye çalışacağım.
İşte birkaç örnek:
Sekiz ay süren Mısır seferi sona ermiş, dönüş yolculuğu başlamıştır. Yavuz Sultan Selim dönüşte hocası Anadolu Kazaskeri İbn-i Kemal de yanında bulunmaktadır. Hem yol almakta hem de hocasına merak ettiği meseleleri sorup onun ilminden faydalanmaktadır. Ordu ilerlerken bir ara çamurla kaplı bir sahadan geçilir. Bu arada hiç beklenmedik bir hadise olur ve İbn-i Kemal'in atının ayağından sıçrayan çamurlar Yavuz'un kaftanını kirletir. Herkesin yüreği ağzına gelmiş, ne olacağını birbirine sormaktadır. Büyük âlim İbn-i Kemal ise başını önüne eğmiş, endişeli gözlerle beklemektedir. Koca Yavuz, değerli hocasının edebi ve mahcubiyeti karşısında kızarır ve ilme ne kadar değer verdiğini anlatan şu sözleri söyler: “Hocam üzülmeyiniz! Sizin gibi bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur bizim için bir ziynettir.” Ve kaftanını çıkarıp yaverine uzatırken: “Vasiyetimdir, öldüğüm zaman bu kaftanı sandukamın üzerine sersinler!” diye emir buyurur. Gerçekten de ulu hakanın vasiyeti yerine getirilmiş ve sözü edilen kaftan Yavuz Sultan Selim'in sandukasını süslemiştir.
Fâtih Sultan Mehmet Hân Hazretleri, fetihten sonra İstanbul'a girerken Rum kızları padişah zannedip ellerindeki çiçekleri hocası Akşemseddin'e uzatırlar. O da Fâtih'i işaret ederek:
— Padişah O'dur! dedi. Fâtih Sultan Mehmet Hân Hazretleri de:
— Padişah benim ama o benim hocamdır. Çiçekleri ona götürün, diyerek kızları geri çevirdi.
Batı medeniyet ve tarihinden de örnek vermek gerekirse Napolyon ile ilgili şu olayı örnek olarak anlatalım.
Napolyon Paris'ten geçerken, kalabalığı yarıp kendisine ulaşmaya çalışan bir adam görülür. Askerler caddeyi kordon altına almışlardır. Adama mâni olmaya çalışırlar. O esnada iyice hırpalanmış olan adam, Napolyon'un gözüne ilişir. Napolyon heyecanlanır ve:
— Bırakın gelsin! emrini verir.
Kendisine doğru yürüyen adama sevgi ve saygıyla bakarken, şeref kıtasına seslenir:
— Dikkat!.. Hazır ol!.. Fransa geçiyor!
Napolyon'un Fransa ile bir tuttuğu bu adam onun öğretmenidir.
Evet, hocaya-öğretmene saygı, bir milletin mazisine-istikbâline saygıdır. Hazreti Ali'nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” İfadesinde anlamı doruğa çıkan söz aslında mecâzi olarak ilim irfan sahiplerine, öğretmenlere verilen kıymetin veciz bir ifadesidir.
Yunusla bitirelim:
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsin
Ya nice okumaktır
Okumaktan mânâ ne
Kişi Hakk'ı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir