Hayat ne garipliklerle dolu. Mevzu istemeden ayağına geliyor.
Meslek hastalığı mıdır nedir, son zamanlarda insanların konuşmalarına daha fazla bir dikkat kesilir oldum.
Ne demişler, lisan-ı beyan aynıyla insandır. Yani insanın kalbinde ne varsa lisanından da o dökülür. Kişinin konuşma tarzı, dilinden dökülen kelimeler, cümleler şahsiyetinin aynasıdır.
Haftanın ilk günüydü. Dersim saat 10'da başlıyordu. Okula gitmek üzere minibüse bindim. Süre ilerledikçe başka binenler de oldu.
Az ileride, giyim kuşamlarından görgülü oldukları anlaşılan iki bayan bindi. Boş olan koltuklara yan yana oturdular. Başladılar yüksek sesle muhabbeti devam ettirmeye. Kulak misafiri olmaya gerek yok, çünkü muhabbetleri minibüsün içinde bulunan yolcular tarafında naklen duyuluyordu. Muhabbet havadan sudan epey devam etti.
Sıra geldi yol parasını vermeye.
Birisi, yanındakinin de yol parasını vermek için ısrarcı oldu.
Diğeri ''olmaz, kabul edemem…'' gibi şeyler söyledi.
Olurdu, olmazdı derken konuşma epey devam etti.
Birbirlerine oldukça nazik ve kibar davranıyorlardı.
İçimden ''ne görgülü insanlar, Allah böyle olmayı herkese nasip etsin'' diye düşündüm.
Bir an, kendimi nezaketiyle ünlü Beylerbeyi'nde zannettim.
Parayı verme husussunda ısrarcı olan bayan, arkadaşının itirazlarına daha fazla dayanamayarak '' saçmalama, veriyorum işte'' deyip kesip attı.
Diğeri bu hiç beklemediği azarlama karşısında neye uğradığını şaşırdı ve adeta dut yemiş bülbüle döndü. ''Saçmalama'' sözü karşısında hiçbir şey söyleyemedi.
Böylece biri, arkadaşının da yol parasını vererek muradına ermiş oldu. İyilik mi yaptı; saçmalama diyerek hakaret mi etti tam kestiremedim. Ortalıkta buz gibi bir hava estiği kesin.
Çünkü, saçmalayan(!) bayan uzun süre sükut etti.
Terbiyesi müsaade etseydi '' ne saçmalaması, asıl sen saçmalıyorsun '' bile diyebilirdi.
Bu konuşmaların tesiriyle okula geldim ve derse girdim.
Güzel Türkçemiz'in günlük hayatta güzel kullanımından bahsedecektim. Dersim son sınıfaydı.
Uygar, daha dersin başında '' müsaade ederseniz size bir beyit okuyayım mı hocam'' diye istekte bulundu.
Ben de Uygar'ın şevkini kırmamak için '' oku bakayım'' diye mukabelede bulundum. Uygar beyitini okudu:
''Haddeden geçmiş nezaket yal ü bal olmuş sana,
Mey süzülmüş şişeden ruhsar-ı al olmuş sana''
18. yy şairi Nedim'e ait olan bu beyitin devamını da ben okuyarak tamamladım.
Şairin beyitte ne demek istediğini sordum, pek tatminkar cevaplar alamadım.
Bir anda nezaket ve saçmalama kavramları beynimde şimşek gibi çaktı
Nedim, bundan yüz elli yıl önce sevdiğine iltifat ediyor, belki de hakikati ifade ediyor.
''Ey sevdiğim, sana naziksin bile demek hakaret sayılır. Nezaket, senin şahsında o kadar incelmiş, o kadar damıtılmış, o kadar rafine edilmiş ki senin davranışlarında adete yağ ile bal haline gelmiş. Sen, konuşmanla, hal ve hareketlerinle, edebinle ve terbiyenle örnek alınacak müstesna bir şahsiyet haline gelmişsin. Bu hallerinle bir insan değil, sanki bir meleksin'' diyor.
Düşünmeden edemedim. Nedim günümüzde yaşasaydı, minibüste '' saçmalama'' diyen kimseye ne derdi acaba?
Böyle bir şiir yazmayacağı kesin.
Galiba bunca çabaya rağmen Türkçe'nin günlük hayattaki kullanımı hususunda ileriye değil, geriye gidiyoruz.
O halde daha yapacak çok işimiz var.