Bugün, 30 Nisan 2025 Çarşamba

Seyfi GÜNAÇTI


Şiddet sarmalı

Şiddet sarmalı


 Toplum olarak bir açmazın içindeyiz. Her geçen gün dozunu artıran şiddet, toplumun huzurunu bozuyor, insanların hayatını karartıyor.
Futbol sahalarında şiddetin âlâsı (!)var.
Oyuncu, rakibinin ayağına onun hayatını karartacak kadar şiddetle basıyor. Bereket adamın ayağı sağlam çıkıyor, kırılmaktan Allah koruyor. Aslında bütün tehlikelere karşı bizi koruyan Allah’tır. Lâkin dilimiz alışmış; bir tehlike görsek “Allah korusun” diyoruz. Sanki başkası koruyormuş gibi.
Hakeme karşı şiddet; hem de kulüp başkanından!
Babadan evlâdına, kocadan karısına şiddet. Akran zorbalığı bir başka şiddet!
“Veliden öğretmene şiddet” derken bunu da gördük; öğrencisinden öğretmene şiddet.
İstanbul’da bir özel okulun müdürü İbrahim Oktugan, yabancı uyruklu eski bir öğrencisi tarafından 07.05.2024 tarihinde okulda vurularak öldürüldü.
Öğrencinin yabancı uyruklu olması, kızgınlığı artırıyor. Lâkin netice değişmiyor; masum bir insan ölüyor, bir eğitimci canından oluyor. Bu sadece şiddet değil bir cinayettir. Olayın faili en ağır cezayı almalıdır.
Üst makamlardan tepkiler geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eğitimcilere şiddet konusunda Meclis’e kanun teklifi sunacaklarını söyledi. Ben zaten teklifimi hazırlamıştım.
“Eğitimciye karşı yapılan şiddetin faili veli ise cezası % 10 artırılmalıdır.
Olayın faili öğrenci ise cezası % 20 fazla olmalıdır.”
Cumhurbaşkanı daha fazlasını söyledi: “Öğretmene yönelik fiillerde cezanın ertelenmesi önlenecektir. Ayrıca kanunlarda öngörülen cezalar yarı oranında artırılacaktır.”
Eğitim sendikaları öğretmene şiddeti protesto etti. Bazı sendikalara mensup öğretmenler bir gün okula gitmedi, derslere girmedi.
Acaba bu yöntem doğru muydu? Kaş yapayım derken göze zarar vermiş olmadılar mı? Eğitimi engellemeden tepkilerini başka türlü ortaya koyamazlar mıydı? O gün çocukları okula gitmeyen veliler, bunun sebebini anlayıp ders aldılar mı yoksa o günü tatilden mi saydılar?
Bir eğitimci öldürülmüş, masum bir insanın canına kıyılmış. Tepki elbette gerekir. Cezaların artırılması da makul. Ama yetmez! Asıl yapılması gereken sebeplere inmektir. Bu gençlik nasıl bu hale geldi, düşünmek gerek.
Kasım 2018’de emekli oldum. O günlerde öğretmenler arasında genel kanaat şöyleydi:
Okullarda birinci derecede söz sahibi olanlar velilerdir.
Öğrenciye verilecek notu onlar belirler. 90 puanı beğenmezler, “Benim çocuğumun notu illa da 100 olacak” derler. Tabii yüz verirsen, peşinden astarını da isteyecektir!
Sınavların tekrarına onlar karar verirler. “Hoca! Ortalama düşmüş. Sen bu sınavı tekrar et!”
Öğrenci suç işlerse, önce veliye sorulur: “Çocuğuna ceza verilsin mi verilmesin mi?”
“Verin cezayı da aklı başına gelsin” diyen veliler eski çağda (!) kaldı.
Okullarda ikinci sırada söz sahibi olanlar öğrencilerdir. Öğrenci suç işler, öğretmen disipline verir. Aradan bir hafta-on gün geçer, kimseden ses çıkmaz. Öğretmen müdüre gider. Müdür, “Ben dilekçeyi rehberlik servisine havale ettim” der. Böylece sorumluluğu üzerinden attığını düşünür.
Öğretmen Rehberlik Servisine gider. Rehber Öğretmen, “Ben öğrenciye sordum, öyle bir şey yapmamış” der. Yani öğretmenin değil, öğrencinin beyanı makbuldür!
Okulda üçüncü etkili eleman okul müdürüdür. Öğretmene de son sıra kaldı!
Bu kaostan nasıl kurtulacağız?
“Balık baştan kokar” demişler. Bu bakımdan birinci derece sorumluluk Milli Eğitim Bakanlığı’na düşüyor. Öğrenciye ve veliye bu kadar yetki verirsen bu işin üstesinden gelemezsin. Özgürlük adına değerleri bir kenara atamazsın.
Cezaların artırılması gereklidir ama yeterli değildir. Öğrenciye mutlaka edep tanıtılmalı, değerlere saygı benimsetilmeli, büyük sözü dinlemek gerektiği anlatılmalıdır.
Edep ve değerlere saygı, özgürlüğe feda edilmemelidir.