Bazen her şey istediğiniz gibi gitmez. Atalarımız bu durumu “Evdeki hesap çarşıya uymaz” ifadesi ile dile getirmiştir.
Kendi imkânlarım dâhilinde muhtelif yerleri görmek maksadıyla seyahatlere çıkarım. Bu seyahatleri yaparken bazen tamir edilen yol, bazen geçici kapalı yol ve bazen de şaşırılan ve bulunamayan yollar olur. Bu durum işin hesap edilemeyen yönleridir. Çoğunlukla zaman kaybına uğratır insanı.
Bir seyyah yola bütün bunları göze alarak çıkar. Şayet bulunduğunuz yeri terk etmezseniz yol şaşırma şanssızlığınız da olmaz zaten.
Günlerden bir gün Tokat'ın Reşadiye ilçesine gitmek niyetiyle Ünye'den yola çıkmıştım. Fatsa ilçesine geldiğimde Reşadiye yönüne doğrudan giden yere değil de Korgan-Kumru istikametine giden yola girmişim. Bunu biraz gittikten sonra fark ettim.
Her ne kadar yanlış güzergâh üzerinde olsam da nasılsa oralardan bir bağlantı yolu vardır diye diye düşünerek yola devam ettim. Bir süre yol aldıktan sonra, yolda bazı kişilere rastladım. Hem onları gidebileceği yere kadar götürmek, hem de yolda onlardan çevre ile ilgili bilgiler almaktı niyetim.
Kısa sürede sohbete başladık. İki kişilerdi. Ben “Bu yol Reşadiye'ye çıkar mı?” diye sorunca “Asıl yol bu değil ama ben sana gideceğin yeri tarif ederim” dedi. Tabii ben de bu söze göre emin bir şekilde yola devam ettim.
Önce Korgan ilçesine uğradık. Orada birer çay içtikten sonra tekrar yola koyulduk o kişilerden biriyle. Epey gidince bana ineceğini söyledi ve bir de yol tarifi yaptı.
Ben bu tarif üzerine giderken yol gittikçe bozulmaya, evler azalmaya, ağaçlar ve tepeler artmaya başladı. Yolda birini görsem soracaktım ama ne gelen vardı ne giden. Ne yolda birine rastlıyor, ne ardımdan biri geliyor ne de başka biriyle geçişiyordum. Biraz daha gittim yol epey bozuk hale geldi.
Tabii bir tedirgin olmadım değil. Sonra geri dönmeye karar verdim. Yine uzun süre kimseye rastlamadım. İlk hedefim bir yerleşim merkezine ulaşmaktı. Ve bazı binalar önünden geçtim ama yakınlarında kimse yoktu.
Ne kadar yol aldım bilmiyorum Bildiğim tek şey epey uzaklaştığımdı.
Yola devam ederken bir yol ayırımına geldim. Nereye gideceğimi düşünürken baktım bir çadır kurulmuş iki kişi semaver yakmış oturuyordu. Doğrusu bir insan ile karşılaştığıma sevindim. Arabayı durdurup onlara doğru “Korgan'a nereden gidiliyor?” diye sordum. Aralarından biri “Sen bir in yanımıza gel. Yayla çayı içmeden bir yere gidemezsin?” dedi. Ben de bu davete icabet edip yanlarına gittim.
İsminin Yüksel Avkaş olduğunu öğrendiğim kişi hem hoşsohbet, hem misafirperver hem de hayata dair çok şeyler yaşamış bir Anadolu insanıydı. Bana yaylada yapılan yıkımdan bahsetti. Kanunlara saygısı olduğunu ancak uygulamanın adil olması vicdanları rahatlatacağını belirtti. Soma faciasında hayatta kalanlardan biriymiş Yüksel Avkaş.
Bu acı hatırayı hüzünle anarken “Ben de ömrümün geri kalanını memleketimde geçireyim dedim ve onun için buralara geldim” dedi. Belli ki acı tatlı çok şey yaşamıştı. Bu arada ilk çaylar önümüze geldi. Bana “Şeker kullanıyor musun?” diye sorunca “Hayır” demişti. Ardından espriyi patlattı: “Şekere değil de kaşığa yazık olacak!”
Çok samimi bir insandı Yüksel Avkaş. Sanki kırk yıllık ahbap gibi muhabbet ettik. Candandı. Ben sohbet edip çay içerken bir tabelaya takıldı gözüm. Tepealan 4 km yazıyordu. Onlara tabelayı gösterip “Doğru mu” dedim. Bana “Evet bu yol Tepealan'a gider” dedi. Daha önce Korgan tarafından uğradığım Tepealan mahallesine (ki eskiden beldeymiş) şimdi Tepealan'dan Korgan'a gidecektim.
Hayat bu! Neye niyet neye kısmet! Tepealan'ı, Korgan'ı, Kumru'yu yeniden görmek varmış. Bir yanlışlığın sonunda tanıdığım Yüksel Avkaş'a en kalbi muhabbetlerimi sunarım. Umarım bundan sonra her şey gönlünce olur.
Sanırım yazı, buradan devam edilecek gibi oldu. Ben karar vermedim ama satırlar öyle diyor…