Bu hafta çok farklı bir yaklaşımla Türk kültürünün temel taşı olan türkülerden bahsetmek istiyorum. Gerçekten türkülerin felsefesi olabilir mi? Türkülerin felsefe ile ne alakası var? Diyebilirsiniz. Ne kadar alakası var kendimizce yorumlamaya çalışalım.
Yakın dönem felsefe yorumcularına ve akademisyenlerine baktığımız zaman biz felsefe yapamayız felsefeyi batılılar yapar biz de allayıp pullayıp onlardan nakiller yaparız. Felsefeci diye ortaya çıkarız. Zaten bunların birçoğu kendi kültüründen uzak, Anadolu irfanı ve ruhundan, kültüründen hazzetmeyen, atalarını küçümseyen tiplerdir.
Aslında Türk kültürü diye bir şeyi kabul ediyorsak Türk felsefesini de kabul ediyoruz demektir. Türk kültürünün de temelini de Türklüler oluşturur. Her Türkünün bir hikâyesi, her hikâyenin bir yöresi ve her yörenin de bir bakış açısı, hayatı yorumlama biçimi yani felsefesi var demektir. Biz felsefe yapamayız demek biz fikren sömürgeleşmişiz, bizden bir şey olmaz demektir. Gerçek hiçbir türkü de “Seni seviyorum” ifadesini bulamazsınız ama bütününe baktığınız zaman yürekten kalpten sevgiyi ve muhabbeti anlatmaktadır. Aşkı sevgiyi anlatmak için mısralar, beyitler dörtlükler yazmışlar ve türküler yakmışlardır. “Seni seviyorum.” ifadesi türkülerin içinde çok küçük kalır ve asla o türkülerdeki sevgiyi karşılayamaz.
Evet, her türkünün kendi hikâyesi, macerası ve derinliğinde bir felsefesi vardır.’’
Türkülerle öğrenilecek o kadar çok şey var ki. O hikâye ve felsefesi derin olan ve eskimeyeceğini düşündüğüm türküler beni çok etkiliyor. Aradan yüzyıllar geçse de dinleneceğini düşündüğüm türküler ve her dinlediğimde başka bir şey düşündürecek, şeyler ifade ediyor. Hepsi birer sehl-i mümteni örneğidir.
Bizim ülkemizde, teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin o ruh yaşadıkça türkü üretimi durmaz. Çünkü bu ruh ve gönülle yazdığı türkü, milletin felsefesidir.
Türküler de bizi en çok çeken şey, her türküde bir halk bilgeliğinin anlatılmasındır. Milletin inancının yaşayış biçimini, inanç felsefesinin dile getirmesidir. Türküler toplumun kendisidir, türküler halktır. Türküler halkın felsefî içtimaıdır. Osmanlı’ya baktığınız zaman da bu böyledir devlet makamında hiçbir türkü bulamazsanız, yoktur. Türküler aslında seslendirilmiş halk destanlardır. Bir kısmı derlenmiş ama birçoğu da tarihin tozlu raflarında hatıraları, hüzün ve hüsünleri, sevdaları ile birlikte tarihin tozlu raflarında kaybolup gitmiştir. Türklerin olduğu her yerde türkü vardır. Onu bulup çıkarmak o felsefeyi pişirmek de bizlerin işi olsa gerekir.
Tüm sanat dalları arasında beni en çok etkileyen halk müziğidir diyebilirim. Daha geniş ve doğru bir tanımlama ile Anadolu Müziği. Türkülerimiz binlerce yıllık Anadolu kültürünün bir mirası olması anlamında her şeyden önce türkülere yaklaşımım olağanüstü saygı ve sevgi duyarak başladı. Türkü dinlerken bu ülkenin, bu toprağın kokusunu alırım. Kendimi en iyi hissettiğim, kısaca kendimi gördüğüm kendimden bir parça bulduğum ezgilerdir türkülerdir. Türkü söylemek; yatağında ilerleyen suyun akışı gibi doğal, aktıkça kendini durultan su gibi temiz bir süreçtir. Orada sahtekârlığa ve samimiyetsizliğe yer yoktur. Türkü söylerken o kendini bırakışı yaşamaz, kafanızda hesaplar yaparsanız bu samimi olmadığınızın göstergesidir ve dinleyenlere de hemen aktarırsınız bunu zaten. Bu yanıyla türkü söylemek çok savunmasız bırakır kişiyi ama çok ilginçtir, o an yaşadığınız duyguları dinleyenlere geçirebildiğinizi hissettiğiniz ölçüde de güçlü hissedersiniz kendinizi. Yani aşk gibi türkü söylemek de böylesi zıtlıkları barındırabiliyor içinde. Güçlü duygu dalgalanmalarıyla da aşkı andırıyor türkü söylemek. Aynı türküde coşkun, esrik bir halden hüznün ellerine teslim edebilirsiniz kendinizi. Görkemli uygarlıklara sahne olmuş bu topraklar, farklı yöresel zenginlik ve tatlarıyla, her bölgeyi anlama bilme çabası nedeniyle yorumculuk adına da çok şanslı bulmaktayım kendimi. Bu bağlamda "Kırşehir'in Gülleri”ni
de Ege'nin, Karadeniz'in kır çiçeklerini, Giresun’un Kayıkları ve Eşref Türküsü, Samsun’un Çarşamba’sını selin almasını, Kastamonu’nun Söğüt Dalına Yuva Yapan Mandası ve daha niceleri... Kısaca her bölgenin rengini, kokusunu buluyoruz türkülerde. Türkü söyledikçe çoğaldığımızı, zenginleştiğimi hissediyoruz. Aşk ile, türkü ile...1
“A benim bahtı yârim
Gönlümün tahtı yârim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yârim”
Bu manide, bu türküde geçen ifade, ülkenin sevgi felsefesini en iyi yorumlayacağımız halk sözüdür. Sevgilisine o kadar sevgi ile bağlıdır ki onun yüzüne bakılan bir kem gözü bile hisseder. Sonsuz sevgi bağı ile bağlı olduğu sevgisini anlatırken o basit basmakalıp küçük sözü, yani ”Seni seviyorum.” İfadesini asla kullanmıyor. Kısaca diyorum ki Türk milletinin felsefesi aslında türkülerde gizlidir arayıp bulan, duyup hissedene.