Yıllar ne de çabuk geçmiş.
Aramızdan ayrılalı tam 15 yıl olmuş. Daha dün gibi.
Sezai Abi, bizim başkanımızdı. Görevi başındayken 2006 yılının 2 Temmuz’unda bir sel felaketi neticesinde aramızdan ayrıldı. Vefat ettiğinde 54 yaşındaydı.
1990 yılında Belediyelik olan Kocaman’ın ilk Belediye Başkanı’ydı. Sonra 10 yıl ara verdi. Azminden, iradesinden hiçbir şey kaybetmedi. On yıl aradan sonra ikinci kez seçilmeyi başardı. İlk günkü heyecanla işe koyuldu. Dur durak bilmiyordu. Gece gündüz çalışıyordu. Ara verilen “Kocaman Altın Pirinç Festivali’ni” tekrar hayata geçirdi. Bu süreçte beraber çalıştık. Ben de kendisiyle beraber festivalin hem takip komitesinde yer aldım hem de etkinliğin sunuculuğunu yaptım.
Siyaset zor iş. Onunla birlikte ben de birçok eleştiriyi, hakareti göğüslemek zorunda kaldım. Birinde dayanamadım, kendisine sordum:“Hakkında konuşulanları biliyor musun, biliyorsan bunlara bir cevap vermeyecek misin?” dedim.
Bana aynen şunları söyledi: “Hepsinden haberim var. Dedikodulara vakit ayıracak, zaman kaybedecek halim yok. Günahım çok. Belki bu vesileyle günahlarım af olur.”
Hakikaten de o söylenenlere bakmaz, yapacağı işe odaklanırdı. Kişiyle değil işiyle uğraşırdı.
Ben, burada onun insani yönünden bahsetmek istiyorum.
İlkokuldan sonra İstanbul’a gitmiş, birçok işte çalıştıktan sonra bir firmanın “satış müdürü” olmuştu. İşi gereği bütün memleketi karış karış geziyordu. Türkiye’de gidip görmediği hemen hemen hiçbir yer yok gibiydi. Memleketin her tarafında tanıdıkları vardı. Hafızası çok güçlüydü. Bir yer ya da bir tanıdık hakkında saatlerce konuşabilme kabiliyeti vardı. O, sadece işini yapmaz, işini yaparken aynı zamanda dost biriktirirdi.
Kocaman’dan veya Terme’den nerede bir asker, nerede bir öğrenci, nerede bir memur varsa mutlaka onları ziyaret ederdi. Ziyaret etmekle kalmaz, yedirir, içirir, ağırlar, gerekirse harçlık verirdi. Bunları samimice yaptığını davranışlarından anlardınız.
Ben üniversite okurken ilk yanıma gelen odur. Elazığ’a her gelişinde mutlaka beni arar bulur, yedirir, içirirdi. Bunu mütemadiyen yapar, hiç aksatmazdı.
Türkiye’nin neresinde olursa olsun, her cenazede, her düğünde, bilhassa ve mutlaka her bayramda köyde hazır bulnurdu. Bayram namazından ilk önce o çıkar, bayramlaşmak için safın başında yer alırdı. İstisnasız herkesle bayramlaşırdı. Küs kalmayı sevmez, şayet arada küslük varsa hemen ilk adımı o atardı.
Bayram namazı sonrası kapı kapı, hane hane dolaşır, yaşlı, genç, çocuk demeden tek tek herkesle bayramlaşırdı. Hastaları hiç ihmal etmez, onları mutlaka ziyaret eder, hayır dualarını alırdı.
Bu özelliklerini başkan olduktan sonra da fazlasıyla sürdürdü. Köye gelen memurlarla yakından ilgilenir, onlara bir ensar sıcaklığı gösterirdi. Memurun, öğretmenin memleketine yolu düştüğü zaman mutlaka onların ana-babalarına bir nevi bilgi verirdi. Çoluk çocuğundan haber alan anne ve babalar sevinçten göklere uçardı.
Tam bir iletişim uzmanıydı. Herkesle, her kimle çabucak kaynaşırdı. İnsanlarla samimi olmak için hiçbir ön şartı olmazdı. İnsanları olduğu gibi kabullenirdi. Bırakın dört eğilimi, bütün eğilimleri bünyesinde toplamış gibiydi.
Düğünlerin ve cenazelerin vaz geçilmez adamıydı. Cemiyetlerde kıyıda köşede oturmaz, elini taşın altına koyardı.
O, hem yöneticiydi hem liderdi. Hem işini doğru yapardı hem de doğru işler yapardı.
Beraber daha yapacak çok işimiz vardı. Bir sel felaketi neticesinde görevinin başındayken daha genç denilebilecek bir yaşta aramızdan ayrıldı.
Bana vasiyet etmişti: “Sen edebiyatçısın, bilirsin, mezar taşıma güzel bir beyit yazdır” demişti.
Ben ailesinin de desteğiyle vasiyetini yerine getirdim. Kocaman mezarlığında kabrini ziyaret edenler orada şu beyti okuyabilirler:
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber.”
Sezai Abi, sevenlerin seni unutmadı, unutmayacak. Ruhun şad, mekânın cennet olsun.