Ağustos ayının son pazarıydı. Piknik yapmak amacıyla Fatsa'da bir koruluğa gitmek için ailecek hazırlık yapmıştık. Evden çıkacağımız an kapımızın zili çaldı. Kapıyı açınca karşımda 8 ay önce ihtiyacını karşıladığım o kadın ve çok sevdiğim öğrencim Bahar'ı görmüştüm. Bahar'ın yüzü neşe saçıyordu. 8 ay önce yaş akıtan kadının gözlerinden şimdi mutluluk fışkırıyordu.
Bahar: 'Elinizden cennet kokusu geliyor öğretmenim!' diyor, elimi öpmek istiyordu. 'Lütfen uzatın, öpeyim Öğretmenim! Öpeyim de, dudaklarıma hayatın anlamını öğreteyim!” diyordu.
El öptürmek âdetim değildi. Elimi çekip annesini gösterdim;
“Cennet; anacağının ayakları altında! Annenin elini öp Bahar kızım!” dedim.
Anne-kız, mutluluktan yeşermiş umutlarıyla birbirlerine ve bana bakıp gülümsüyorlardı. Annesi;
“Kocamı kahırdan, beni çileden, Bahar'ımı temizlik işçisi olmaktan kurtardınız! Size, çok borcumuz var, Öğretmenim!” diyordu.
Bahar, bir özge candı, ela gözlü ceylandı. Yaprağa düşmüş şebnem, damarımdaki kandı.
“Niçin başkalarına değil de bana geldiniz?” diye sordum, Bahar'a.
Bahar;
“Kimlere gitmedik, hangi kapıyı çalmadık ki, Öğretmenim!?” dedi. “Kime gittikse boş döndük. Hayat, acımasız cenderesinde sıkmıştı bizi. O ezilmişlikle ne yapacağımızı şaşırmıştık. İnekleri aldığımız adama borcumuzun günü dolmuştu.
İneklerin sahibi gelecek, hayvanları alıp gidecek diye annem, yataktaki felçli babam ve ben; gece birbirimize sarılıp ağladık, feryat ettik. Yakın akrabalarımızın kulakları sağır, yürekleri taştı sanki. Çektiğimiz ağır çilenin yorgunluğu ve solgun umutlarımla felçli babamın göğsünün üstünde ağlarken uyuya kalıp bir rüya görmüştüm! Buna rüya mı desem, düş mü desem, hülya mı desem ne desem bilemiyorum. İşte, öyle bir hâl içindeyken birden siz belirdiniz gözlerimin önüne. Bir ırmağın bulanık sel sularına kapılmış çırpına çırpına gidiyordum. Sulara gömüldükçe ağzıma bulanık su ve çamur doluyordu. Siz ise ırmağın kenarında yeşil bir alanda türlü çiçeklerle donatılmış bir bahçede öğrencilerinize ders veriyordunuz. Selden beni kurtarmanız için size seslenmek istiyordum ama ağzım çamur ve bulanık sularla dolu olduğu için sesimi duyuramıyordum.
Girdaplar, bazen beni ırmağın dibine çekiyor, bazen kaldırıp kenardaki taşlara vuruyordu. Birden kulaklarımda sesiniz çınladı; 'Uzat Bahar! Uzat kızım ellerini!' diye bana sesleniyordunuz. Pamuk kadar yumuşaktı sesiniz. Uzattım elimi, çekip bulanık sel sularından kurtardınız beni! Terler içinde bağırarak uyandığımda babam başımı okşuyor, annem, beni bağrına basmış; 'Korkma Bahar'ım! Biz, yanındayız!' diyorlardı. Evimiz gecekondu tipi bir evdi. Elektriğimiz yoktu, suyu dışarıdan taşıyorduk. O kara günlerde ışığında ders çalışacağım bir mumumuz bile yoktu. Gecenin karanlığında gözlerimin önünde bir ışık sütunu gibi bana gülümsüyordunuz. Anne ve babama rüyamı anlattığımda annem; 'Bu, hayırlı bir rüya, Bahar'ım!' dediler. Bütün umutlarımı size bağlayarak okuldan çıkışınızda adresinizi öğrenmek için haberiniz olmadan evinize kadar sizi takip ettim ve adresinizi öğrendim. Annemi size gönderen bendim, Öğretmenim! Beni yanıltmadınız! Annem, o gün memnun olarak eve döndüğünde umutlarım gerçekleşmiş ve gecekondumuz bir saraya dönmüştü!”