Selim EROĞLU

Tarih: 17.10.2024 13:44

YOKSULLUK İÇİMİZDE

Facebook Twitter Linked-in

 Son okuduğum kitaptan bahsetmek istiyorum sizlere. Kitabın adı “Yoksulluk İçimizde”.
Yazar, roman-hikaye karışımı 104 sayfalık eserini ilk defa 1981 yılında yayımlamış. Benim okuduğum kitap ise 38. baskısıydı. Demek ki eser ilk baskısından bu güne güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Gün geçtikçe önemini artırarak okunmaya devam etmiş.
Yazar, Yoksulluk İçimizde'yi yazdığında otuzlu yaşlarda bir gençmiş. Şimdilerde seksenine merdiven dayamış durumda.
Eser başlığından, her cümlesine varıncaya kadar mesaj yüklü. Tabi anlayabilene. Mesajlar sütün içindeki yağ gibi. Yayığa girmeden, çalkalanmadan anlaşılamıyor. Acaba yazar burada ne demek istiyor diyenlere çok rastlıyorum. Yazar çok şey demek istiyor. Yazarın ne demek istediğini anlatmakta zorlanıyorum. Yazar ne demek istediğini doğrudan söylese edebi eser olmaz, ders kitabı olur. 
Yazar, felsefe yapmayı, günümüz insanının her türlü meselesine eğilmeyi, psikolojik, sosyolojik ve dini tahliller yapmayı seviyor. Bunları adeta kendine dert ediniyor. Günümüz insanını ve toplumun yapısını anlamaya çalışıyor. Meselelere, yazarca, mütefekkirce bakmayı tercih ediyor.
Kitabın başlığı bile mesaj yüklü. Yoksulluk İçimizde.
Her şey zıddıyla kaimdir. Yoksulluk içimizde de biz dışımızda mı zannediyoruz; şayet yoksulluk içimizdeyse tedaviye ilk önce içimizden başlamalı değil miyiz?
Sınırsız ihtiyaçlardan ve bu ihtiyaçları karşılamak için, sürekli didinip duran insanoğlu. Sürekli tüketim arzusu, sürekli  ihtiras. Kamçılanan kapitalizmin hoyratlığı. Moda hastalığı bitmiyor. Eskimek kavramı eskiyeli çok oldu. Hiçbir şeyi eskiyinceye kadar kullanmıyoruz artık; modası geçinceye kadar kullanıyoruz. Bizi böyle yönlendiriyorlar. Modası geçti at, yenisini al. Hayatımız, bitmek tükenmek bilmeye sınırsız ihtiyaçlarımıza yetişmeye çalışmakla geçiyor. Günümüz insanının, bilhassa gençliğin üzerinde karşı konulmaz bir kapitalist baskı var. Kendine sürekli ihtiyaç icat etmelisin ve bu ihtiyaçlarını karşılamak için şu kısacık fani ömrünü feda etmelisin. İnsanoğlu ne için çalışıyorsa odur. Süfli davaların ulvi neferleri olmaz. Bir söz vardır çok hoşuma gider, sık sık da kullanırım. “Memur taksitle yaşar, borçla ölür” diye. Son zamanlarda sadece memurlar değil, herkes bu kapsama girdi. 
Rahmetli Hacı Babam'ı hatırladım. Zamanına ve çevresine göre varlıklı sayılırdı. En azından kimseye muhtaç değildi. Hep iki takım giyeceği olurdu. Üçüncüsünü yaptırmayı hiç düşünmezdi. Bunun için sıkıntıya da girmezdi. Tek ölçüsü vardı, temiz olması. Sabahleyin kalktığında temiz olan gömleğini  ve pontulunu giyer, hayatına devam ederdi. Şimdilerde sabahleyin ne giyeceğini şaşıran, bunun için bunalıma giren hatta tedavi gören insanlar var. Acaba ne derler? Bazen sosyal deney yapıyoruz. Giydiğin yakışmamış, uyumlu olmamış diyoruz. Arkadaşın dünyası yıkılıyor.
Yoksulluk İçimizde, Süheyla ile Engin'in aşkı. Başlangıçta aynı dünya görüşüne sahipler. Kaynağına bakmaksızın alabildiğince zengin olmak. Engin bunu başarıyor. Süheyla girdiği sosyal çevrenin etkisiyle zenginliğin asıl hedef olamayacağını, asıl zenginliğin helalinden olması gerektiğini öğreniyor. Evlenmek için Engin'e şart koşuyor. Ben insanların garibanların ezilerek, sömürülerek haram yollarla elde edilen zenginliği istemiyorum. Zengin olacaksak helal yolla zengin olalım. Gerekirse harama bulaşmamış bir beldeye hicret edelim diyor.
Helal kazancın, helal hayatın olduğu yere hicret.
Haramdan helale hicret.
Zaten asıl hicret de bu değil mi?
İnsanlık tarihi İslam tarihi bunun örnekleriyle dolu.
Asıl hicreti bir de bu gözle ele alalım.
Acaba Engin, Süheyla'nın teklifine ne cevap verdi? Cevabı “Yoksulluk İçimizde”de saklı.
Hasılı, içimizdeki yoksulluğu ortadan kaldırmadan gerçek anlamda zengin olamayız.
 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —