Bugün, 21 Kasım 2024 Perşembe

Selim EROĞLU


YOKUŞA AKAN SULAR

YOKUŞA AKAN SULAR


 Ünlü hikâyecimiz Mustafa Kutlu'nun yeni bir kitabını okumanın bahtiyarlığını yaşıyorum. Kitabın adı, Yokuşa Akan Sular.
Yazar kitabına manidar ve mecazlı, çağrışım yüklü bir isim koymayı uygun görmüş. Uzun süre ''yazar acaba böyle bir isimlendirmeyle neyi kastetti'' diye düşünmeden edemiyorum. Okumayı bitirdikten sonra anlayabiliyorum yazarın ne demek istediğini.
“İnsan bu, su misali kıvrım kıvrım akar ya!
Bir yanda akan benim öbür yanda Sakarya.”
Şairin dediği gibi su da akar insan da.
Bu akış tabii mecrasında olursa fıtrata uygun olur. Tabii mecrasında akmazsa top yekûn sıkıntı büyük demektir.
Sular, yer çekimine riayet ederek akar. Akar akar seviyesini bulur. Sular yokuşa akmaz. Sular yokuşa akıyorsa tabii mecrasından çıkmış, bir dış gücün tesiri altına girmiş demektir. Sular yokuşa nasıl akar? Zorlamayla akıyor demektir.
İnsanoğlu, su misali doğar, yaşar ve ölür. Her insan muhteremdir. Ömrünü fıtratına uygun yaşarsa mutlu olur, mesut olur, bahtiyar olur. Böyle olmayıp fıtratının dışında ömür sürmek zorunda bırakılırsa, mutlu olamaz, mesut olamaz, bahtiyar olamaz.
Yazar, kitabını ilk defa 1979 yılında yayımlamış. Yazar o yıllarda 32 yaşında genç bir Edebiyat Öğretmenidir. Erzincan'da doğmuş Erzurum'da okumuş, İstanbul'da görev icra eden idealist bir öğretmendir. Memleket gerçeklerini kitapların dışında değişik coğrafyalarda bizzat görerek, yaşayarak müşahede etmeye başlamıştır.
O yıllarda ben ortaokul öğrencisiydim. Türkiye nüfusunun yüzde otuzu şehirlerde, yüzde yetmişi köylerde yaşamaktaydı. Bir köylü çocuğu olarak çoğunluğun içinde yer aldığım için gururlanırdım. Köyün dışında bir hayatın olduğunu düşünemez, ömrümün sonuna kadar Kocaman köyünde yaşayacağımı sanırdım. Doğduğumuz yerlerde doymama gibi bir meselemiz henüz yoktu.
Zaman ilerledi. Seksen ihtilali oldu. Ben ilk defa lisede okumak için ara zamanlı şehir merkezinde yaşamaya başladım. Aradan yıllar geçti derken bir daha daimi olarak köyümde yaşama imkânı bulamadım. 
Seksenli yıllar köyden şehre göçün arttığı yıllar. İnsanlarımız, bilhassa geçinebilmek için, akın akın şehirlere göç ettiler. Göç edenlerin ekserisi ne köylülüğünü unutabildi ne şehirli olabildi. Şehirler geniş bir köy haline geldi. Hepsi de 'bir gün döneriz' ümidiyle yaşadı durdu. Yeni nesil gözünü dünyaya şehirlerde açtı. Akabinde köyü hiç bilmeyen yeni nesle köyü anlatmaya yaşatmaya çalıştık. Göç edenlerin çoğu vasıfsızdı. Anlamadığı işlerde, vasıf gerektirmeyen işlerde çalıştırıldı. İnsanımız doğduğu yerde doyamadığı için doyduğu yerde yaşamak zorunda kaldı.
Barınma, beslenme, okuma, ulaşım, güvenlik sorunları peş peşe geldi. Devlet artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayabilmek için var gücüyle çalıştı. Lakin yetersiz kaldığı yerler oldu.
Gecekondulaşma aldı başını gitti. Gecekondulaşma, beraberinde rantiyeyi, kısa zamanda zenginleşmeyi doğurdu.
Anlayacağınız sular tabii mecrasında akmamaya başladı. Sular artık yokuşa akıtılıyordu. Zahirde yokuşa akan sular gibi gözükse de yokuşa akan asıl insanlarımızdı.
Kontrolsüz göç  at izini it izine karıştırmıştır. Herkes şanslı değildi. Büyük şehrin hengâmesi artık yokuşa akamayan, özünü kaybeden, benliğini kaybeden iki arada bir derede kalan çok idealist insanımız oldu. Kolay mı suların yokuşa akması?
İş, işçi, patron vardiya, üretim, kira, gecekondu, servis, işçi,  iş barışı, grev, sendika, hak, emek, sömürü, proterya, kapitalizm, liberalizm, komünizm… gibi yeni yeni kavramlar insanımızın zihnini allak bullak etti. Yeni düzene çoğu tam intibak edemedi. İntibak edenler de ne kadar edebildiyse işte. Bu milli meselemizin hikâyesini yazmış Mustafa Kutlu. Genç bir edebiyat öğretmeni olarak hikâyesiyle meseleye dikkat çekmek istemiş.
Yıl 2024, sular hala yokuşa akmaya devam ediyor. Mustafa Kutlu da hala dikkat çekmeye devam ediyor.
Bu sefer “Kendini Aş, Haddini Aşma” diyerek.
Öyle anlıyorum ki haddimizi aşmazsak sular yokuşa akmaz.