O'nun gölgesinin gezindiği o kendini karanlığa teslim etmiş çağlar, birden silkinip birer altın çağ olmuştur. O'nun aydınlık ikliminde başta insan, sonra her varlık birbiriyle kardeş ilan edilmiştir. O'nun ışığıyla aydınlanmışların yanında güneş, bir mum ışığına dönüşür. O'nu kendi şivesiyle duyan sineler, Cebrail'den neşideler duymuş gibi birden dirilir. Çünkü "İman edenlere Rabbleri tarafından basiretleri açan bir hidayet ve burhandır."1
O, insanî melekelerini diri tutmuş kimselere bir rahmet kaynağıdır.
Biz Mü’minler, O’nu, bütün insanlığın ihtiyaçlarını karşılayan zengin bir mucize biliriz. Ona karşı çıkan muarızlar bile, O'nun beyan gücüyle büyülenmiştir. O'na önce sihir demişler ve dahi sonra bediî üslûbuna çarpılıp şiir demişler ve dahi eşyanın perde arkasından verdiği haberler karşısında kendilerini yitirmişler, O’nu kehanete bağlamak istemişler.
Ve bütün bunlardan sonra; şiirin ve nesrin ince, ahenkli ve felsefî içerik yüklü sözün her türlüsünü konuşanlara, yazanlara, konuşmayı seven hatiplere, asrın ve asırların söz üstadı muarızlarına, O’nun sihirli üslubu karşısında dillerini yutmak düşmüştür. O’a rakip görünen mahlûklar, acziyetlerinin farkına varınca öfke içinde yutkunup susmaktan başka hiçbir şey yapamadılar. Zaman değişip durdu, asırlar su gibi aktı geldi, telakkiler değişti, karşı gurupların cedel hissi daha bir hararetlendi lakin O, bunca muaraza rağmen hâlâ dağlar gibi metin, okyanuslar gibi zengin ve gökler gibi derindir. Vakurdur ve dahi müessir hâliyle başları döndürmektedir.
Muarızları; O'nun evren, eşya ve insanla alâkalı ortaya koyduğu esaslardaki derinliği, inandırıcılığı ve olası soruları cevaplamadaki ilmîliği karşısında hep yenik düştüler. O; evren, eşya ve insan hakikatine fevkalâde çarpıcı bir üslûpla farklı bir bakış ortaya koymuştur. Bu bakışla yüce kitap, tüm yaratılmışı ve yaratılmışlar arasında insanı bir bütün olarak ele alır ve tek bir noktayı bile eksik tutmadan her şeyi yerli yerine oturtur.
"Rabbin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsaydı, hatta ona bir misli daha ilave edilseydi, denizler bitip gidecektir ama O'nun kelimeleri bitmeyecekti."2
O yüce kitap, işte bu tükenmez kelime hazinelerinin altın anahtarıdır. İmansa; bu esrarlı anahtarın şifresidir.
Hiç kimse, bizim bu perişan sözlerimizle o yüceler yücesi kitaba methiye düzdüğümüzü sanmasın. Bizim ne dilimiz, ne eksik bilgimiz O’nun yüce vasıflarını izaha muktedir olamaz. O'nun büyülü atmosferine girdiğim bir gecede birdenbire duygulandım ve kendimi bir farklı âlemde hissettim. Eksik söz hazinem ve güdük üslubumla gönlümün heveslerini dile getirdim. İnsan, O'na bir kere yürekten yönelir ve hitabını anlarsa bir daha mıknatısî tesirinden kurtulamaz. Zira "Eğer dağlar yürütülecek olsaydı O’nunla yürütülürdü, yeryüzü paramparça olup ölüler konuşturulabilseydi, o, bu Kur'ân'la olurdu."3