Mehmet TÜRKAN

Tarih: 20.09.2022 14:05

HAYAT VE KÖPRÜLER

Facebook Twitter Linked-in

Bizim gibi devlet kademelerinde görev alan kişilerin günlük fıkra yazarlığı yapması oldukça zordur. Her ne yazsak mutlaka birilerine dokunur diye endişe ederiz. Bu sebeple her zaman olduğu gibi yine edebiyatı ve mısralara ve gönlümüzü etkileyen kavramlara sığınıyor bu hafta ilçemizde de ayrı bir yeri olan köprü kavramandan bahsetmek istiyorum.

Mostar köprüsü bombalandığı zaman köprü ile beraber hepimizin yüreğine de sanki bomba düşmüştü. Köprünün parçalanan taşları ile beraber bizim de yüreğimiz parçalanmıştı. Mostar köprüsü yeniden tamir edilip al bayraklarla süslendikten sonra yeniden açılması hepimizin gönül dünyasında Osmanlı gülleri açmıştı. Bir köprü bizi atalarımıza ve tarihimize götürmüştü.

Taşlar, ustasının elinde bazen Balkanlarda Drina köprüsü, bazen Suriye’de Carablus köprüsü; bazen Süleymaniye, Sultanahmet. Ayasofya Camii; bazen geçmişin hüzünlerine götüren bir mezar taşı bezen içine sevgimizle doldurduğumuz bir yalı olabiliyor. Bu yazımda köprü kelimesi ve taşıdığı değerlerden bahsetmeye çalışacağım. Köprünün altından sadece suların değil ömrümüzün aktığını anlatmaya gayret edeceğim.

Kelimelerin hayatı insanların hayatına benzer. Onlar da insanlar gibi doğar, büyür, yaşar ve ölürler. Her kelimenin etimolojik bir hayat hikâyesi ve öz geçmişleri vardır. Kelimelerin ve deyimlerin anası, kaynağı millettir. Millet onu doğurur ve etrafında gelişen bir hikâye oluşturur. Bu kelimelerin etrafında gelişen deyimler, atasözleri ve bir sürü temsiller vücuda gelir. Her kelimenin anlamı altında aslında halkın gönlünde oluşan kültür ve estetiğinin etrafında gelişen ayrı bir armonisi, ayrı bir fonetiği vardır.

Köprü kelimesi de bunlardan biridir. İlk bakışta kavradığımız gerçek anlamı, derelerin, ırmakların vb. şeylerin iki yakasına birbirine bağlayan, hayatımızı ulaşım anlamında kolaylaştıran bir unsurdur. Bu gerçek anlamı ile birlikte kazandığı diğer anlamlardan ve bu kelime etrafında oluşan deyimlerden, atasözlerinden bahsetmeye çalışalım.

“Köprünün altından çok sular aktı.” Deyiminde sen buralardan gideli ya da o olaylar olalı çok zaman geçti. O günden bu güne birçok değişiklik oldu. Artık zaman senin bildiğin gibi değil. Bu gün senin o zamanın gibi bir zaman değil. Kısaca köprünün altından çok sular aktı. “Eski çamlar bardak oldu.”diyebiliriz.

“Köprüleri atmak” bu deyim de yaygın olarak kullanılan deyimlerden biri. İnsanların birbirleri ile iletişim kurup konuşma, anlaşma yerine iletişimi kesip uzaktan uzağa birbirini anlamadan birbirleri hakkında saçıp savurmalarını anlatan bir deyim. Bu günün insanları çoğu zaman kendilerini anlamalarına yarayacak aralarına köprü kurma yerine yukarıdaki deyimi tercih ediyorlar. Belki de böylesi daha çok işlerine geliyor olabilir.

“Köprünün başını tutmak” bu deyimde anlatılmak istenen ise bu günün insanlarında özellikle çok yaygınlaşan kendi hesabına çalışıp başkalarının hakkını gasbetmek var. Yani kişilerin kendi menfaatleri için nimetlerin bulunduğu yere kapağı atmak ve karşı yakaya geçmeden sahiplenmektir. İş başkalarının eline geçmeden elde etmektir.

“Susuz çayın üzerine köprü kurmak” bu deyim ise Dede Korkut Hikâyeleri’nin en meşhurlarından biri olan Deli Dumrul Hikâyesi’nin günümüze gelen uzantısıdır. Hiç ihtiyaç olmadığı halde insanlara bir şey yapıyormuş gibi yaparak, mafyavari işlerle insanların hakkını ve emeğini zorla gasbetmektir. Zorla para toplamak, veremeyenleri en acı biçimde cezalandırmaktır.

“Köprüden geçinceye kadar ayıya dayı demek” menfaat dayalı hayatın tam da karşılığı olan bir deyim. Kişinin kendi ile ilgili bir beklenti varsa beklenti içinde olduğu kişiye istemediği ve kabul etmediği halde saygı göstermek ve bazı kusurlarını görmezden gelmek ya da sineye çekmek. Bir başka düşünce ile söylersek ‘doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.’ düşüncesi ile zamanın gereğini yapmak. Beklenen süre geçince de gerçek düşüncesini söylemek olarak düşünülebilir.

“Köprünün öbür tarafı” burada karşı yakadan, öbür fikirlerden bahsedilebilir. Bazen hayallerde canlandırılan bir ütopya da olabilir.

Köprü ve altından akan sular aslında hayatın tâ kendisidir. Hayat da bir nehir gibi akar gider. Geçtiği her yerden bir şeyler koparıp alarak son hedefe doğru ilerler. Denize iyice yaklaştığı zamanlarda iyice yavaşlar ve önceki yerlerde görülen kabarmalar yerini sakinliğe bırakır. Hayatta öyle değil mi? Ana karnından doğumla başlayan hayat akışı sona doğru yaklaştıkça nehirlerin, ırmakların denize yaklaştığı an gibi sakinleşir ve ölümle nihayet bulur. Bu bitiş bir yeni başlangıçtır ama bazılarına göre hüsran bazılarına göre de bir ‘şeb-i arûs’ dur yani düğün gecesidir.

Köprünün altından akan sadece sular değildir. Köprünün altından hayallerimiz, beklentilerimiz, özlemlerimiz, değerlerimiz akıp gidiyor. Köprünün altından biz akıp gidiyoruz. Kısaca köprünün altından hayatımız akıp gidiyor.

Fuzûli Su Kasidesi’ndeki bir beytinde:

 

“Hâk-i pâyine yetem der ömürlerdir muttasıl

Başını taştan taşa urup gezer âvâre su”

 

Yani, “Su, ömürlerdir sevgilinin ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan kaşa vurarak başıboş akar gider” diyor. Sevgili peygamberdir, sevgililer sevgilisidir. Fuzûli burada köprünün altından akıp giden suyun gidişini güzel bir sebebe bağlıyor. Acaba bizim nehirimiz, hayatımız kime doğru akıp gidiyor.

Kısaca diyorum ki köprülerin altından akan sadece sular mıdır acaba? Yoksa o suyun teşbihlerinde gizli başka manalar, anlamlar var mıdır? Bu hayat köprüsünün altından akan hayat suyumuz bizim için âhirde bir ab-ı hayat olamaz mı acaba.

Aslında her köprünün üstünden de altından da bizim hayatımız akıp gidiyor. Giden sular gibi hayatımız da geri gelmiyor. Köprülerin ayaklarına çarpıp akıp giden sular hayatın ızdırap yokuşlarında ayaklarımıza dolaşan ızdıraplarımız gibi başını taştan taşı vurup gidiyor. Kaderine teslim oluyor, ömrü verene gidiyor.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —