Bugün, 4 Aralık 2024 Çarşamba

Zeki ORDU


HAYRAT'I DOLAŞIRKEN

HAYRAT'I DOLAŞIRKEN


 Gözlerden ırak bir ilçe…
Bölge olarak mazisi eski olsa da ilçe olarak yeni.
Denizden 11 km daha güney tarafında kalan bir coğrafya. İçinden geçen Baltacı deresi belki ondan haber götürüyor aşağılara doğru. 
Yeni ilçe olmanın sancılarını yaşıyor. Bir tarafta onlarca sene bir arada yaşamış ahali, başka yanda her gün değişen dünya. Uy uyabilirsen.
Sadece gökyüzü ve ırmak aynı. Toprak bile değişiyor insanlar sayesinde. Binalar uzaktan yakın gibi görünüyorsa da hala dağınıklığını koruyor. 
Şehirde gezerken gördüklerimi hafızama not ediyorum bir yandan. Diğer yandan da notlar alıyorum.  Yeniköy veya Baltacı Irmağı üzerinde kurulmuş köprüden bakıyorum etrafa. Sonra Nuhoğlu Vakfı yazan bir tabela rastlıyor gözüme. Nedir ne değildir derken başka bir tabela daha görüyorum ama üzülsem mi sevinsem mi bilemiyorum. Şöyle yazıyor: “Hayrat  Kitap Cafe…”
Daha bu ismi okur okumaz bir düşünce alıyor beni. Hani Türkçe yazıldığı gibi okunan bir dildi.  Bununla da övünürdük bir yerde. Bu durumda “cafe” nasıl okunması lazım? Yok “kafe” diye okunacaksa niye “cafe” yazıyoruz? Ayrıca “Kitap Cafe” yazıyor.  Kütüphane kelimesi ne güne duruyor? Bu kadar mı “Popüler kültürün” menfi tesiri altına girdik.  Üstelik ilçe olmadan Of'a bağlı bir yerde. 
Of, hocalarıyla tanınır bizim buralarda. O, kütüphane yerine “cafe” şeklinde kullanış tercihini. Aca bu “cafe” içinde bulunan kitaplarda bu hususta bir şey yazıyor mu? Bu konuyu bırakalım bir yere. Çünkü hazin bir vak'a… Şairin “Halime bak ahvalime ağla” dediği türden yani. Veya “Kafir ağlar bizim ahval-i perişanımıza” demesi gibi… 
Son uğradığım çay ocağında sahibine “Burada lise nerede?” diye soruyorum. Bana tarif ediyor. Bir yandan “Kitap cafe” ibaresi, bir yandan Hayrat'ın tarihi zihnimde cirit atarken kendimi Hayrat İMKB Çok  Programlı Anadolu Lisesi bahçesinde buluyorum.
Okulun içine girdiğimde Okul Müdürünün bir toplantısı olduğunu öğreniyor ve öğretmenler odasının yolun tutuyorum. Şansına teneffüs saati. Öğretmenler gen. Seneler ötesine gidiyorum. Odaya girer girmez kendimi tanıtıyorum ve “pazarlamacı” olmadığımı da ilave ediyorum. Çünkü öğretmenler ile pazarlamacılar arasında bazen lüzumsuz konuşmalar geçebilir. Bunu  38 yılı bulmuş meslek hayatımdan biliyorum.
Elimdeki kitabımı en yakınımda bulunan öğretmene uzatarak “Bunu okul kütüphanesine hediye olarak getirdim” diyorum. Kitap masaya paralel olarak elden ele geçerek pencere kenarında oturan bir öğretmene ulaşıyor. 
Kısa bir sohbetin ardından ben “Hepiniz buralı mısınız?” diye soruyorum. Bana elinde kitap tutan öğretmeni göstererek “ O, Giresunlu diğerlerimiz buralı” cevabını veriyorlar. Hemen o tek farklı yerden olan kişiye; “Giresun'un neresindensiniz?” diye soruyorum, “Güce ilçesindenim” cevabı alıyorum.  Tanışıyoruz. İsmi Hasan Bayram. Kitabın ona kadar gitme sebebi ise edebiyatçı oluşu. Hasan Bayram Beye hitaben; “Yani babanızın doğum yeri Tirebolu yazıyor” diyorum. Bunun üzerine sohbet farklı bir boyut kazanıyor.
Ben 1982 yılında Tirebolu ilçesinde öğretmen iken ilin dokuz ilçesi vardı. Şimdi 16 ilçeli bir yer Giresun. Dolayısı ile Güce ismine aşinaydım.
Hasan Bayram Bey ders zili çaldığında bana dönerek “Şayet vaktiniz varsa derse beraber girebilir miyiz?” diye soruyor. Ben de onunla birlikte derse giriyorum. Öğrenciler ile okuma, yazma, öğrenme, araştırma ve önemi üzerinde konuşuyorum. Sorular soruyorlar dilim döndüğünce cevap veriyorum. Güzel bir ders oluyor.
Daha sonra aynı kitabımdan birini de Hasan Bayram Bey adına imzalıyor Hayrat ilçesinden ayrılıyorum. İki seneden fazla zaman geçiyor ve bu yazı kaleme alınıyor. Hayrat ilçesi ile ilgili daha sonra bir şey yazar mıyım bilmiyorum. En azından hatıralar arasına bir ilçeyi daha kaydetmiş oluyorum. Ne demişler “akıl unutur, kalem unutmaz…”
Hayrat ve Hayatlılara selam ve muhabbetlerimle…